Bu sitedeki lavinya.net forum/panolar sayfası bölümü 22 yıl önce yani 2002 yılında kurulmuş, 11 yıl önce 2013 yılında ise aktif kullanımı durmuştur. Güncel/yeni paylaşım yoktur. Yalnızca arşiv/nostalji için yayına açıktır.
onuncuayınonuncugünü
Re: onuncuayınonuncugünü
iyi ki doğdun Feridun Düzağaç,nice mutlu yıllara sevgiyle ve düşle.
Re: onuncuayınonuncugünü
Doğum günün kutlu olsun nice yıllara..şarkılarınla hayatımı anlamlandırdığın için teşekkürler...
Re: onuncuayınonuncugünü
hep yaşa çok yaşa mutlu yaşa !
Re: onuncuayınonuncugünü
doğum günün kutlu olsun F.D.
yaşayacağın uzun, mutlu yıllar ve yapacağın güzel şarkılar olması dileğiyle.
yaşayacağın uzun, mutlu yıllar ve yapacağın güzel şarkılar olması dileğiyle.
Re: onuncuayınonuncugünü
yaklaşık sekiz sene oldu ismini duyalı...
Senelerdir,hep senin hayatının şarkılarıyla dertleşiyoruz.
Kendimizi kandırıyoruz belki de senin gibi...
Limanlarımız yorgun yasta...
Çıksan artık ortaya da yaralarımız iyileşse
Neyse mazeretin de vardır şimdi senin
Senelerdir hem öldürüp hem hayata bağladığın için,hepimizin abisi olduğun için,seninle birlikte doğrularıyla yanlışlarıyla hayata tutunabildiğimiz için
"İyi ki Varsın"
İyi ki sevdik seni...
35 yaşının ihtiyar çocuğu,seneler boyu bizlerle oL,mutLu oL...
Nice MutLu yıLLara...
Her Şey GönLünce oLsun...
Senelerdir,hep senin hayatının şarkılarıyla dertleşiyoruz.
Kendimizi kandırıyoruz belki de senin gibi...
Limanlarımız yorgun yasta...
Çıksan artık ortaya da yaralarımız iyileşse
Neyse mazeretin de vardır şimdi senin
Senelerdir hem öldürüp hem hayata bağladığın için,hepimizin abisi olduğun için,seninle birlikte doğrularıyla yanlışlarıyla hayata tutunabildiğimiz için
"İyi ki Varsın"
İyi ki sevdik seni...
35 yaşının ihtiyar çocuğu,seneler boyu bizlerle oL,mutLu oL...
Nice MutLu yıLLara...
Her Şey GönLünce oLsun...
Re: onuncuayınonuncugünü
iyi ki varsın feridun düzağaç ve şarkılarınla hep var olacaksın yüreğimizde...
Re: onuncuayınonuncugünü
iyi ki varsınız
iyi ki sizi tanıdım
iyi ki doğdunuz...
iyi ki sizi tanıdım
iyi ki doğdunuz...
Re: onuncuayınonuncugünü
bize şarkılar söylemeye devam eder belki
sevmeye çıkarsız inanırsak
belki gülüşleri bile vardır
ama gözyaşlarını bittide sanmayalım tabi
ne kadar uçan kuşları ölü düşleri sevsede
kalbinde tanıyıpta sevdiği çok az insanın içinde yer alırız
tuya naz(ıyla)la birlikte
şimdi sıra sende fd:
şarkılardan fal tut
aşkı fincanında sakla
körebenin sabrıyla sevdik biz seni
doğum günün kutlu olsun iyiki doğdun iyiki varsın
sevmeye çıkarsız inanırsak
belki gülüşleri bile vardır
ama gözyaşlarını bittide sanmayalım tabi
ne kadar uçan kuşları ölü düşleri sevsede
kalbinde tanıyıpta sevdiği çok az insanın içinde yer alırız
tuya naz(ıyla)la birlikte
şimdi sıra sende fd:
şarkılardan fal tut
aşkı fincanında sakla
körebenin sabrıyla sevdik biz seni
doğum günün kutlu olsun iyiki doğdun iyiki varsın
Re: onuncuayınonuncugünü
çok az kişinin doğum gününü kutlarken "iyiki doğmuşsun, iyi ki varsın "derim...
iyi ki doğmuşsun iyi ki varsın feridun düzağaç..
iyi ki doğmuşsun iyi ki varsın feridun düzağaç..
Re: onuncuayınonuncugünü
nice yıllara düşlere anlam katan mütevazi abi.
Re: onuncuayınonuncugünü
Onuncu ayın onuncu gününde işte yine 'fd' şarkısının bütün sözlerini hissederek dinliyorum, bıraksam okulu asıp oyuna kaçmaya hala hevesli ruhumla.
Re: onuncuayınonuncugünü
Sanki biraz geç kaldım ama olsun.Ailenizle,sevdiklerinizle,daha nice senelere..İyi ki varsınız,iyi ki doğdunuz...Sevgiyle.Salih ŞENAY.
-
- Üye
- Mesajlar: 461
- Kayıt: Cumartesi, Nisan 28, 2007 23:20
- İsim: Burcu
Re: onuncuayınonuncugünü
iyiki doğdun ....... Seni tanımak ve şarkılarını dinlemek çok güzel..........
-
- Üye
- Mesajlar: 33
- Kayıt: Pazar, Haziran 22, 2008 00:50
- İsim: selcuk
Re: onuncuayınonuncugünü
Ece Temelkuran'ın kesip sakladığım bulunca eklemeyi düşündüğüm bir yazısı vardı.İnsanları iki gruba ayırıyordu yazısında;hacıyatmazlar ve topaçlar diye.Hacıyatmazlar ne olursa olsun her daim ayakta kalanlar, topaçlar ise ise sadece dönerken ayakta durabilen durduğu zaman bir türlü dik duramayan insanlardır diyordu.Ben Feridun Düzağaç'ı şarkılarının döndürdüğünü düşünmüşümdür.Sanırım onu çok sevme nedenim bir hacıyatmaz olmayışı.Şimdi o İzmir konserinde yeni yaşına "dönerek" dimdik ayakta giriyordur.Doğum günü kutlu olsun...Nice yıllara...Hayat kırkında başlarmış:)
-
- Üye
- Mesajlar: 33
- Kayıt: Pazar, Haziran 22, 2008 00:50
- İsim: selcuk
Re: onuncuayınonuncugünü
Araştırınca hemen bulduğum yazı.Ece Temelkuran'a yazılan bir mektupmuş:
Siz bu oyunları beceremiyor gibisiniz!
"Çevremde yıkılıp yıkılıp duran insanlar var: Yatık, eğik ve hayretle duraduran insanlar. Çevremde, dur durak bilmeden, devrilmeden h/eyleyebilenler de var. Senin tabirin ile ‘sarmaşık muskası yutmuşlar’."
Mentalklinik diye bir "şey" var. Bir merkez. Sanatın nerede bitip tasarımın nerede başladığından emin olmayan, bu tereddüt sınırında yazı yazan, nesneler ve sergiler tasarlayan insanların buluştuğu bir merkez. Senede birkaç kez bir konu üzerinde yoğunlaşıp enteresan işler yapıyorlar. İlk konu "uyku"ydu. Sergiden sonra çıkardıkları kitap için ben de "İki kişilik Uyku" diye bir yazı yazmıştım. Şimdiki konuları ise "Oyun". Yine bir kitap yapmışlar. Kitapçılarda bulabileceksiniz. Kitapta bu kez benim yazım yok. Ama şair dostum Birhan Keskin’in bana yazdığı bir mektup var. Ben bir kez "Bazıları sarmaşık muskası yutmuştur; arsızca yaşarlar" diye yazmıştım. Bu cümleden ötürü yazılmış bir mektup...
Bu hayatın oyunları karşısında arsızca var olamayan, bunu beceremeyen herkes için!
LAKİN TOPAÇ...
Sevgili Ece,
Bir ömür boyunca, her biçimde, bir biçimde ve hep ayakta kalmanın da bir yorgunluğu olsa gerektir. (Umarım. En azından bir yorgunlukları olsun, dilerim vardır.)
Çevremde yıkılıp yıkılıp duran insanlar var: Yatık, eğik ve hayretle duraduran insanlar.
Çevremde, dur durak bilmeden, devrilmeden h/eyleyebilenler de var. Senin tabirin ile "sarmaşık muskası yutmuşlar". Evet, öyleler: Sarmaşık bir bitki olarak arsız yaradılışlıdır. Güzel yakıştırma. Bir bakıma onlar da hayatın arsızı değiller mi? (Ben çok çok derinlerimde, yeryüzünde kaç insan varsa bir o kadar da "hal" olabileceğine inanırım ama bu cümleyi bu mektupta gizlice bu paranteze alıyorum.)
Senin sarmaşık muskası yutmuşlarına ben Hacıyatmazzzzz diyeyim. Ötekilere, yani yıkıladuranlara da Topaç. Birinci şıktakilerle ilgili çok şey söylemeyeyim. Hem onları çok fazla anlayamadığım için hem de nasıl olsa sözcük kendinde yeterince "hinlik", "hokkabazlık" barındırmıyor mu: Hacıyatmazzz.
Asıl şunlara gelelim; durduklarında düşenlere. Tıpkı topaç gibi. Hatırla! Çocukken çevirdiğimiz, fırıl fırıl rengarenk dönen topaçları. Merkezkaç kuvveti zayıfladıkça önce dönüşlerinin şiddeti yavaşlar, sonra yalpalamaya sersemleşmeye başlar, en sonunda da o tombul cüsseleriyle bir tarafa yatıveririrler. Yan yatarlar. Onlar, Topaçlar, dönmeyi unuttuklarında düşüp devrilirler. Başka türlüsünü olmamışlardır hiç, başka türlüsünü bilmezler. Tekrar dönenip durabilmeleri için, neşeli fiyakalı dönüşlerine sebep olacak yeni bir enerjiye ihtiyaçları vardır. Topaçlar böyledir. Başka türlüsünü de bin yıl geçse, gen haritalarıyla oynansa da bilemeyeceklerdir. Bak tam da burada, benim de aklıma bir dize geliyor Sezai Karakoç’tan; "Bir sarkaç nereden bilsin gidip de gelmemeyi".
Hadi bakalım sevgili Ece, sen de bu dizeye karşılık bana kalbinin hayret haritasını göster!
Tekrar topaçlara döneyim. Gözünün önüne getir: Cüsseleri aşağıdan yukarıya doğru genişler onların. Ve yere değen kısımları inceciktir. Bu yüzden de döndüklerinde muhteşemdirler. Bizi büyülerler. Yere devrilip yan yattıklarında bile, aslında yer ile küçücük bir temas noktaları vardır. Mümkünse yerle pek temas etmezler. Kendi içlerinin uzayında toptoplanıvermiş gibidirler. Topaçlar geniş zamanlıdırlar. Zamanın yavaş akan sularında durup alemi seyretmek de en büyük var oluş sebepleridir. Neşeleridir. Hiç acelesi yoktur onların, yan yattıklarında. Dönedurduklarında nasıl keyifli iseler yattıklarında da neşe sahibidirler.
Hacıyatmazların zamanı ile Topaçlarınki aynı zaman değildir. Değildir, gel gör ki her çağda, yan yana, yüz yüze, iç içe ve bazen de kıç kıça yaşamak da kader haritalarında çizilidir.
Bir zaman, bir sebeple döneduran bir topaç tanıdım, sen de tanımışsındır. Durduğunda hiçbir Hacıyatmazzz anlamadı onu. Niye durduğunu bilemeyip düşüverdi zannettiler. Zaten, nasıl olmaklığımızla yoğrulup yorulan nicelerinin aklı başımdan devrilmişti de, bu yeryüzünde onlara da "deli" denmemiş miydi?
İşte sana son bir cümle: Sen yine de Hacıyatmazlar için sinirlenme yahu!
Düşünsene, ne zor işleri. Ne olursa olsun, gövdelerinin alt kısmındaki ağırlık sebebiyle hep ama hep hooop! içlerindeki dar zaman sebebiyle hep ama hep dik!
Hep ama hep düzzz. Hep düz. Hep dikey, hep yere bağlı.
Bir badem ağacının altına, onun şen gölgesine deviremeden kendilerini, onun neşesini duyamadan. Zeytinin yaşlı, bilge dallarıyla eğilip söyleşemeden. Hep ve hemen dikey. Ne zor! n
Sevgiyle.
Birhan
http://www.milliyet.com.tr/2002/08/04/y ... kuran.html
"Bir zaman bir sebeple döneduran bir topaç tanıdım." Siz de tanıdınız değil mi?
Siz bu oyunları beceremiyor gibisiniz!
"Çevremde yıkılıp yıkılıp duran insanlar var: Yatık, eğik ve hayretle duraduran insanlar. Çevremde, dur durak bilmeden, devrilmeden h/eyleyebilenler de var. Senin tabirin ile ‘sarmaşık muskası yutmuşlar’."
Mentalklinik diye bir "şey" var. Bir merkez. Sanatın nerede bitip tasarımın nerede başladığından emin olmayan, bu tereddüt sınırında yazı yazan, nesneler ve sergiler tasarlayan insanların buluştuğu bir merkez. Senede birkaç kez bir konu üzerinde yoğunlaşıp enteresan işler yapıyorlar. İlk konu "uyku"ydu. Sergiden sonra çıkardıkları kitap için ben de "İki kişilik Uyku" diye bir yazı yazmıştım. Şimdiki konuları ise "Oyun". Yine bir kitap yapmışlar. Kitapçılarda bulabileceksiniz. Kitapta bu kez benim yazım yok. Ama şair dostum Birhan Keskin’in bana yazdığı bir mektup var. Ben bir kez "Bazıları sarmaşık muskası yutmuştur; arsızca yaşarlar" diye yazmıştım. Bu cümleden ötürü yazılmış bir mektup...
Bu hayatın oyunları karşısında arsızca var olamayan, bunu beceremeyen herkes için!
LAKİN TOPAÇ...
Sevgili Ece,
Bir ömür boyunca, her biçimde, bir biçimde ve hep ayakta kalmanın da bir yorgunluğu olsa gerektir. (Umarım. En azından bir yorgunlukları olsun, dilerim vardır.)
Çevremde yıkılıp yıkılıp duran insanlar var: Yatık, eğik ve hayretle duraduran insanlar.
Çevremde, dur durak bilmeden, devrilmeden h/eyleyebilenler de var. Senin tabirin ile "sarmaşık muskası yutmuşlar". Evet, öyleler: Sarmaşık bir bitki olarak arsız yaradılışlıdır. Güzel yakıştırma. Bir bakıma onlar da hayatın arsızı değiller mi? (Ben çok çok derinlerimde, yeryüzünde kaç insan varsa bir o kadar da "hal" olabileceğine inanırım ama bu cümleyi bu mektupta gizlice bu paranteze alıyorum.)
Senin sarmaşık muskası yutmuşlarına ben Hacıyatmazzzzz diyeyim. Ötekilere, yani yıkıladuranlara da Topaç. Birinci şıktakilerle ilgili çok şey söylemeyeyim. Hem onları çok fazla anlayamadığım için hem de nasıl olsa sözcük kendinde yeterince "hinlik", "hokkabazlık" barındırmıyor mu: Hacıyatmazzz.
Asıl şunlara gelelim; durduklarında düşenlere. Tıpkı topaç gibi. Hatırla! Çocukken çevirdiğimiz, fırıl fırıl rengarenk dönen topaçları. Merkezkaç kuvveti zayıfladıkça önce dönüşlerinin şiddeti yavaşlar, sonra yalpalamaya sersemleşmeye başlar, en sonunda da o tombul cüsseleriyle bir tarafa yatıveririrler. Yan yatarlar. Onlar, Topaçlar, dönmeyi unuttuklarında düşüp devrilirler. Başka türlüsünü olmamışlardır hiç, başka türlüsünü bilmezler. Tekrar dönenip durabilmeleri için, neşeli fiyakalı dönüşlerine sebep olacak yeni bir enerjiye ihtiyaçları vardır. Topaçlar böyledir. Başka türlüsünü de bin yıl geçse, gen haritalarıyla oynansa da bilemeyeceklerdir. Bak tam da burada, benim de aklıma bir dize geliyor Sezai Karakoç’tan; "Bir sarkaç nereden bilsin gidip de gelmemeyi".
Hadi bakalım sevgili Ece, sen de bu dizeye karşılık bana kalbinin hayret haritasını göster!
Tekrar topaçlara döneyim. Gözünün önüne getir: Cüsseleri aşağıdan yukarıya doğru genişler onların. Ve yere değen kısımları inceciktir. Bu yüzden de döndüklerinde muhteşemdirler. Bizi büyülerler. Yere devrilip yan yattıklarında bile, aslında yer ile küçücük bir temas noktaları vardır. Mümkünse yerle pek temas etmezler. Kendi içlerinin uzayında toptoplanıvermiş gibidirler. Topaçlar geniş zamanlıdırlar. Zamanın yavaş akan sularında durup alemi seyretmek de en büyük var oluş sebepleridir. Neşeleridir. Hiç acelesi yoktur onların, yan yattıklarında. Dönedurduklarında nasıl keyifli iseler yattıklarında da neşe sahibidirler.
Hacıyatmazların zamanı ile Topaçlarınki aynı zaman değildir. Değildir, gel gör ki her çağda, yan yana, yüz yüze, iç içe ve bazen de kıç kıça yaşamak da kader haritalarında çizilidir.
Bir zaman, bir sebeple döneduran bir topaç tanıdım, sen de tanımışsındır. Durduğunda hiçbir Hacıyatmazzz anlamadı onu. Niye durduğunu bilemeyip düşüverdi zannettiler. Zaten, nasıl olmaklığımızla yoğrulup yorulan nicelerinin aklı başımdan devrilmişti de, bu yeryüzünde onlara da "deli" denmemiş miydi?
İşte sana son bir cümle: Sen yine de Hacıyatmazlar için sinirlenme yahu!
Düşünsene, ne zor işleri. Ne olursa olsun, gövdelerinin alt kısmındaki ağırlık sebebiyle hep ama hep hooop! içlerindeki dar zaman sebebiyle hep ama hep dik!
Hep ama hep düzzz. Hep düz. Hep dikey, hep yere bağlı.
Bir badem ağacının altına, onun şen gölgesine deviremeden kendilerini, onun neşesini duyamadan. Zeytinin yaşlı, bilge dallarıyla eğilip söyleşemeden. Hep ve hemen dikey. Ne zor! n
Sevgiyle.
Birhan
http://www.milliyet.com.tr/2002/08/04/y ... kuran.html
"Bir zaman bir sebeple döneduran bir topaç tanıdım." Siz de tanıdınız değil mi?