ACININ RUHU

Makaleler, Yazılar, Şiirler ve sizin şiirleriniz.
Ayrıca bu panomuzu blog web günlüğü gibi kullanacağız. Lütfen yalnızca kendi yazı, şiir vb yazıları paylaşın.! Başkalarına ait eser ise; lütfen not düşün.
lestat1903
Üye
Üye
Mesajlar: 40
Kayıt: Perşembe, Aralık 10, 2009 13:09
İsim: kaan
Konum: Eskişehir

ACININ RUHU

Mesaj gönderen lestat1903 »

Daha çocukça şikayetleri olan, tükenmiş, deneyimli bir ahmağın ağzından konuşuyor olmak... dün gece yatağıma uzanmış bu satırları kafamda tasarlarken Kurt Cobain'in veda notuyla başlamayı nedense uygun gördüm.... çünkü yazmayı tasarladığım şey akıp giden zamanın, ruhumuzda açtığı yaralar, bize hissettirdikleri ve çektirdiği acılar. acı kelimesini duyar duymaz da sizi bilmem ama benim aklıma gelen tek herif bu Kurt Cobain. ama onun hikayesi daha uzun ve gerçekçi korkmayın size burda onu anlatacak falanda değilim....

acı... anahtar kelimemiz bu. hayatımdan geçen 24 yıl boyunca anladığım tek şey; öyle kitaplardaki, filmlerdeki gibi değilmiş acı çekmek... aslına bakarsanız oturduğu yerden, sıcacık odasında acı çekmek ile ilgili eserlerinde ahkam kesen heriflere acayip gıcık olmuşumdur. acı... bu kelimeyi ilk okuduğunuzda aklınızdan geçen ilk acı türü, şuan sizin canınızı sıkan şeydir. kiminiz aşk acısını düşündü şimdi, kiminiz ölüm acısı.. nedenleri çok çok başka olsada bize yaşattırdığı his o kadar benzer ki....

acının büyümekle doğru orantılı olduğunu söylesem size bana ne derdiniz?? haklısınız çok bilmiş ve ukala görünüyorum ordan bakınca ama sizin beni nasıl gördüğünüzle değilde benim ne anlatmak istediğimle alakalı bu satırlar o yüzden sinirde oluyorsanız eğer, bunları yazanın olmadığını düşünerekte devam edebilirsiniz geri kalan satırlara, yada etmeyedebilirsiniz, bir kalemden ve bir kağıttan daha özgür olan birşey varsa o da insan iradesidir. neyse acı ve büyümek diyordum, sizi bilmem ama bu iki kavramın birbirini beslediğini ve biri olmazsa diğerininde olmadığını ben çok geç öğrendim, belki de bu yüzdendir hala bir kadını elime yüzüme bulaştırmadan sevemeyişim, ne alakası var demeyin inanın çok alakası var.

şu birbiriyle beslenme olayı iki yönlü işler. acı çekmek için büyümen lazım ve büyüdükçe acılarında büyür, acı çektiğin şeylerde... 7-8 yaşlarında daha çocuk filanken o çok isteyip sahip olduktan sonra kırılan robotum için nasılda acı çekmiştim. bu manzara sizede tanıdık geliyordur, eminim hepimizin bir çocukluk acısı vardır, şimdi hatırladığımızda yüzümüzde tebessüm uyandıran. bide şimdi ki yaşlarımızı düşünsenize... ne kadar kötü dimi? neler için ne kadar büyük şeyler için acı çekiyoruz. parasızlık, okul, ölüm, memleketin genel hal ve gidişatı ve tabiiki aşk... tanrım büyüdükçe ne kadar çok acı çeşidi olmuş büyüdükçe nasılda çoğalmış acılarımız...

bu satırlara kadar geldiyseniz, içine girdiğiniz bi beklenti varsa onu çok merak ediyorum. acı çekmenin ilacını falan sizlerle paylaşacağımı düşünüyorsanız şimdiden söyleyim böyle bir ilaç yok. aslında yapmak istediğim bu acılarla başa çıkabilirliğin derinlerine inmek. aslında bencildir acı çekmek yanına sizden başka ortak istemez, o sizin acınızdır ve yalnızca sizi acıtmak ister. siz bişeye kafayı takmışsınızdır birşey için acı çekmektesinizdir ve genelde yapılan şey bu acıyı birine anlatmaktır ama bu sadece sizi rahatlatacaktır, o da geçici bir süre için. anlattığınız kişi genelde evet anlıyorum seni şeklinde tepkiler verip belkide size üzülecektir. belki de sizi gerçekten anlıyordur, gerçekten üzülüyordur ya da zamanında o da buna benzer birşey yaşamıştır. ama bu noktada işte biz şunu unutuyoruz, her insan birbirinden çok farklıdır, o anlattığın adam senin başına gelen şeyin aynısını yaşamışsa bile o olay karşısında inanın farklı oranlarda acı çektiniz, çünkü her insanın bi olay karşısında ki bakış açısı ve tutumu farklıdır. yani şunu demeye getiriyorum bi acınız varsa ve çözülmeyecek cinsten bir acıysa bence onun tadını çıkarmaya bakın, evet evet tadını çıkarmaya bakın. bu sizin acınız, işte tam burda, içinizde, acıtıyor canınızı ve ne yaptıysanız kaçılmıyor işte... e hal böyleyken gelin birde dolu tarafına bakalım şu lanet bardağın.

çok popüler olan bir diziden bir sahne geldi aklıma; dizinin iki ana karakteri görünür sahnede, biri bir çıkmazın içerisindedir, acı çekmektedir ve diğer karakter acı çekene ağaçtaki bir güveyi gösterir. güve; bilirsiniz işte tırtılın kelebek olmadan çok önce aslında daha tırtıl bile olmadan önce saklanıp yaşadığı bir kabuk, bir yuva. neyse o ağaçtaki güve artık olmuştur ve tırtıl güveden çıkmak için vargücüyle çabalamaktadır, çırpınmaktadır. dizinin o iki karakterinden biri diğer acı çekene şöyle der -bu tırtıla yardım etmem için yapmam gereken tek şey bıçağımla kabuğuna küçük bir delik açmak o zaman hemen o kabuktan çıkar fakat bu ona yaptığım en büyük kötülük olur, çünkü bu onu hayata karşı güçsüz kılar ve ilk zorlukta onun hayatına mâl olabilir... acı çekmeninde bize en büyük getirisi budur işte, acı çektikçe hayata karşı içimizdeki panzehir artar, daha bi olgun hale geliriz. bu yüzden bi acınız varsa ve bunu dindirecek bir şey yoksa, bırakın acınız sizi büyütsün, bırakın gücünüze güç katsın. fakat bu duruma çok alışıp çok ta kabullenmemek lazım, bir yetişkinle bir çocuk arasındaki en büyük fark; biri içinde bulunduğu durumdan sürekli şikayet ederken diğeri içinde bulunduğu durumu sorgulayıp, onu özümseyip hemen o durumdan çıkma yolları arar. sizce de artık büyümenin zamanı gelmedi mi?

ve son birşey daha, yerinizde olsam acıyı sömürürüm... bir acım varsa eğer ve tedavisi olmayan türden bir acıysa bu, onu alır, etinden, sütünden kısacası beni adam edecek herşeyinden, beni olgunlaştıracak herşeyinden faydalanır sonrada onunla işim bitince kaldırıp çöpe atarım, çöpe atamıyorsam unuturum, unutamıyorsam gömerim, gömemiyorsam yakarım... bunlar imkansız gibi görünsede siz yeterki istekli olun, siz yeterki büyümeye karar verip içinde bulunduğunuz o durumdan çıkmayı isteyin, ihtiyacınız olan gücün içinizde bi yerlerde olduğunu çok geçmeden farkına varacaksınız. ve son bir alıntı daha ''damağındaki o küçük kesik dilinle oynamasan hemen geçecek ama duramıyorsun, oynuyorsun...''