En uzak mesafe
ne Afrika'dır,
ne Çin,
ne Hindistan,
ne seyyareler,
ne de yıldızlar geceleri ışıldayan...
En uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir birbirini anlamayan.....
Kasvet, elinde bir paslı makas,
İstanbul'un asma köprülerini kesti.
Sevdamızın ipinde cirit oynayan cambaz
Şimdi bir kör satırdır içimizde.
Ha düşer,
Ha düşer,
Ha düşer...
Başımızın üstünde demin gülüp duran gökyüzü
Yedekte bir salapurya şimdi
İnanmak mümkün olmazdı her aşkın bağrında bir ayrılık gizlendiğine belki de,
kartvizitinde 'onca ayrılığın birinci dereceden failidir' denmeseydi eğer.
Gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar,
ihanetinden onlar da payını almasaydı eğer.
Issızlığa teslim olmazdı sahiller,
Kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle avunmaya kalkmamış olsaydın eğer.
Sen gittikten sonra yalnız kalacağım.
Yalnız kalmaktan korkmuyorum da,
ya canım ellerini tutmak isterse...
Evet Sevgili,
Kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu,
kim uzanmak isterdi ince parmaklarına,
mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık etmiş olmasalardı eğer!!
Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;
Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..
İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin...
Hayatta ben en çok babamı sevdim.
Hayatta ben en çok babamı sevdim.
Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk
Çarpı bacaklarıyla – ha düştü, ha düşecek –
Nasıl koşarsa ardından bir devin,
O çapkın babamı ben öyle sevdim.
Bilmezdi ki oturduğumuz semti,
Geldi mi de gidici – hep, hepp acele işi! –
Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi.
Atlastan bakardım nereye gitti,
Öyle öyle ezber ettim gurbeti.
Sevinçten uçardım hasta oldum mu,
40’ı geçerse ateş, çağ’rırlar İstanbul’a,
Bi helallaşmak ister elbet, diğ’mi, oğluyla!
Tifoyken başardım bu aşk oy’nunu,
Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu.
En son teftişine çıkana değin
Koştururken ardından o uçmaktaki devin,
Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için
Açıldı nefesim, fikrim, canevim.
Hayatta ben en çok babamı sevdim.
Başka türlü bir şey benim istediğim,
Ne ağaca benzer, ne buluta benzer;
Burası gibi değil gideceğim memleket,
Denizi ayrı deniz, havası ayrı hava;
Nerde gördüklerim, nerde o beklediğim kız
Rengi başka, tadı başka.
Seninle olmanın en güzel yanı ne biliyor musun?
Elin elime değmeden avuçlarımı terleten sıcaklığını taa içimde
hissetmek.
Seninle olmanın en kötü yanı ne biliyor musun?
''Seni seviyorum'' sözcüğü dilimin ucunu ısırırken her konuşmamızda
boş yere saatlerce havadan sudan söz etmek.
Seninle olmanın en heyecanlı yanı ne biliyor musun?
Aynı şeyleri seninle aynı anda
düşünmek birlikte ağlamak gülmek.
Ve buradayken bile seni çılgınca özlemek...
Seninle olmanın en acı yanı ne biliyor musun?
Seni hiç tanımadığım bir sürü insanlarla paylaşmak.
Senin yanında olan, seninle konuşan herkesi çocukça kıskanmak.
Seninle olmanın en mutlu yanı ne biliyor musun?
Tanıdık birileriyle karşılaşma tedirginliği ile yollarda yürümek yan yana...
Elimdeki şemsiyeye inat yağmurda ıslanmak birlikte.
Elimde kır çiçeğiyle seni beklemek...
Aynı mekânlarda aynı yiyecekleri yemek.
Seninle olmanın en romantik yanı ne biliyor musun?
Sensiz gecelerde sana söyleyemediklerimi yıldızlara aya
anlatmak...
Okuduğum kitabın sayfalarında dinlediğim şarkıların türkülerin şiirlerin her mısrasında seni bulmak.
Seninle olmanın en zor yanı ne biliyor musun?
Seni kaybetme korkusuyla hayatta ilk kez tattığım o tarifsiz
duygularımı umut denizinin ortasında küreksiz bir sandala hapsetmek.
Sevgili yerine yıllarca dost kalmayı başarmak.
Yalın ayak yürümek bıçağın en keskin yerinde.
Kanadıkça tuz yerine gözyaşlarımı basmak yüreğime.
Seninle olmanın tek yan etkisi ne biliyor musun?
Nereden bileceksin?
Sen benimle hiç olmadın ki.
Olsaydın avuçlarım terlemezdi...
Isırmazdım dilimin ucunu...
Özlemezdim seni yanımdayken...
Kıskanmazdım.
Korkmazdım yollarda yürümekten.
Islanmazdım yağmurlarda...
Yıldızlara aya dert yanmaz,
böyle her şarkıda serhoş olmazdım.
Korkmazdım seni kaybetmekten
ayaklarım kan revan atlardım sandaldan denize...
Ve her kulaçta
haykırırdım seni..
Ama sen hiç benimle olmadın ki...
Ya aklın başka yerlerdeydi ya yüreğin..
Dayak cennetten çıkmış mış
Öyleyse eğer önlem almak gerekir
Bir daha düşmemek için cennete
Burada yediğimiz dayak yeter
---
Kuzu gibi olun diyorlar
Büyüyüp ortaya çıkınca
Koyun gibi gütmek için sizi
---
Mal Varlığı
1- Avşa Adasında üç daire, dört üçgen, beş dikdörtgen
2- Gökyüzünde bi bulut
3- Bitlis'te beş minare
4- Biri yazlık, biri kışlık iki platonik sevgili
5- Büro mobilyası ve çelik kapı üreten bir fabrikanın öğle üzeri
yaslanıp sigara içilen beyaz duvarı
6- Islıkla da çalınabilen dört anonim türkü
7- Palandökende bir palan, iki döken
8- Kastamonu da üç kasto
9- Üç fay hattı
10- Bir çarşamba, iki perşembe, üç cuma
11- Dünyada mekan
12- Ahirette iman
13- Denizde kum
14- Uzayda yerçekimsizlik
15- Bi çuval gazoz kapağı
16- Bi kiprit kutusu sigara izmariti
17- On sekiz saç biti
18- Biri İngilizce 6 adet küfür
19- Yirmi tane boş naylon poşet
20- Sevenlerin kalbinde kurulmuş bir taht
21- Bi sürü saç sakal, kıl,tüy,yün
22- Üç ayrı parkta üç ayrı belediyeye ait üç ayrı banka reklamlı bank
23- Bi ayakkabı çekeceği
24- İki büyük taş kütlesi
25- Bir adet ağaç gölgesi
26- Üç kuş kanadı sesi
27- Bi sürü kedi köpek
28- Bi Marmara Denizi
29- Camına yaslanıp seyredilen iki piliç çevirmeci
30- Her akşam karıştırılan dört çöp bidonu
31- Çalıp çalıp kaçılan beş melodili apartman zili
32- Nakit 15 kuruş
33- Anne babadan kalma, yarısı yaşanmış bi ömür ( oda tamamlandı)
---
Bir hanıma Nazım Hikmet'e kartpostal şairi demişti.Telefonla bağlanan Can Yücel hiç selam bile vermeden şu cümleyi sarfetti...Hanım,kart sizsiniz,postal da size girsin...!
---
Dostlar ırmak Gibidir.
Dostlar ırmak gibidir.
Kiminin suyu az, kiminin çok
Kiminde elleriniz ıslanır yalnızca
Kiminde ruhunuz yıkanır boydan boya
İnsanlar vardır; üstü nilüferlerle kaplı,
Bulanık bir göl gibi...
Ne kadar uğraşsanız görünmez dibi.
Uzaktan görünüşü çekici, aldatıcı
İçine daldığınızda ne kadar yanıltıcı....
Ne zaman ne geleceğini bilemezsiniz;
Sokulmaktan korkarsınız, güvenemezsiniz!
İnsanlar vardır; derin bir okyanus...
İlk anda ürkütür, korkutur sizi.
Derinliklerinde saklıdır gizi,
Daldıkça anlarsınız, daldıkça tanırsınız;
Yanında kendinizi içi boş sanırsınız.
İnsanlar vardır, coşkun bir akarsu...
Yaklaşmaya gelmez, alır sürükler.
Tutunacak yer göstermez beyaz köpükler!
Ne zaman nerede bırakacağı belli olmaz.
Bu tip insanla bir ömür dolmaz.
İnsanlar vardır; sakin akan bir dere...
İnsanı rahatlatır, huzur verir gönüllere.
Yanında olmak başlı başına bir mutluluk.
Sesinde, görüntüsünde tatlı bir durgunluk.
İnsanlar vardır; çeşit çeşit, tip tip.
Her biri başka bir karaktere sahip.
Görmeli, incelemeli, doğruyu bulmalı.
Her şeyden önemlisi insan, insan olmalı...
İnsanlar vardır; berrak, pırıl pırıl bir deniz.
Boşa gitmez ne kadar güvenseniz.
Dibini görürsünüz her şey meydanda.
Korkmadan dalarsınız, sizi sarar bir anda.
İçi dışı birdir çekinme ondan.
Her sözü içtendir, her davranışı candan...
---
FARK ETMELİ İNSAN
Farkı fark etmeli, fark ettiğini de fark ettirmemeli bazen...
Bir damlacık sudan nasıl yaratıldığını fark etmeli.
Anne karnına sığarken dünyaya neden sığmadığını ve en sonunda bir metre karelik yere nasıl sığmak zorunda kalacağını fark etmeli.
Şu çok geniş görünen dünyanın, ahirete nispetle anne karnı gibi olduğunu fark etmeli.
Henüz bebekken 'Dünya benim!' dercesine avuçlarının sımsıkı k apalı olduğunu,ölürken de aynı avuçların 'her şeyi bırakıp gidiyorum işte!' dercesine apaçık kaldığını fark etmeli.
Ve kefenin cebinin bulunmadığını fark etmeli.
Baskın yeteneğini fark etmeli sonra.
Azraillin her an sürpriz yapabileceğini,nasıl yaşarsa öyle öleceğini fark etmeli insan
Hayvanl arın yolda , kaldırımda , çöplükte ama kendisinin güzel hazırlanmış mükellef bir sofrada yemek yediğini fark etmeli.
Yaratılmışların en güzeli oldu ğunu fark etmeli ve ona göre yaşamalı.
Gülün hemen dibindeki dikeni dikenin hemen yanı başındaki gülü fark etmeli.
Evinde kedi,köpek beslediği halde çocuk sahibi olmaktan korkmanın mantıksızlığını fark etmeli.
Eşine 'seni çok seviyorum!' demenin mutluluk yolundaki müthiş gücünü fark etmeli.
Dolabında asılı 25 gömleğinin sadece üçünü giydiğini ama arka sokaktaki komşusunun o beğenilmeyen gömleklere muhtaç olduğunu fark etmeli.
Zenginliğin ve bereketin sofradayken önünde biriken ekmek kırıntılarını yemekte gizlendiğini fark etmeli.
Annesinden doğarken tertemiz teslim aldığı gırtlağını ve aşırı beslenme yüzünden sarkan göbeğini fark
etmeli, fark etmeliyiz çok geç olmadan.....
Ömür dediğin üç gündür,dün geldi geçti yarın meçhuldür...
O halde ömür dediğin bir gündür,o da bugündür....
---
Yeni Türküyle birlikte katıldı Can Yücelin de belgeselinin gösterildiği konser de karısı anlatıyor:
"almanya ya konsere gitmiştik dönüşte bir aksaklık yüzünden diğer yolcularla birlikte saatlerce havaalanında beklemek zorunda kaldık. Can kriz geçiriyor tabi piknikte gibi millet yerlerde oturmuş uzanmış bekliyor polisler yemek dağıtmaya başladı. Can gitti tabağını,çanağını aldı yemek alacak biz şaşırdık normalde Can her yerde içer ama yemez polis Can'ın yemeğini doldurdu Can tabağı aldığı gibi polisin başından aşağı boşalttı herkes şokta,dediler yapma bu alman polisi hemen yurtdışı ederler seni Can sinirli bir şekilde ''iyi ya ben de zaten bunu istiyorum'' dedi"
---
DÜNYA HALİ
Çingene benleri, ne dersiniz, pembe olmalıydı
değil mi?
Ama dünyada her şey olması gerektiği gibi
olmuyor ki...
---
Hasan Ali Yücel
VERİMLİ İNSAN
Zararlı bir alışkanlık yazıp bozmak; bir satır bozuk oldu mu hemen o yaprağı yırtmak; birkaç yaprak yırtınca da o defteri kaldırıp almak...
Bu itiyat, çocukla beraber büyüyor. Defterde, kalemde çocuk kadar küçük olan "yeni baştan" usulü, yaş ilerledikçe hayatın her safhasına sirayet etmektedir.
Bir şeyi yok etmeden düzeltmeye alışmak da lazım. Başlanan bir şeye devam etmek ve onu bitirmek, insan iradesinin başarısıdır. Bunun zıddına biz, "maymun iştahlılık" deriz. Maymun iştahlı, mesela bir atkı örmeye başlar, bitirmeden başka bir işe geçer; bir kitabı okumaya koyulur, sekiz on sayfa bile okumadan onu atar, bir diğerinin yapraklarını karıştırmak ister.
Hayatın her safhasında muvaffak olmak için, insanlığın uzun tecrübeler sonunda elde ettiği düstur şudur: İyiye başlamak, iyi başlamak ve iyi bir yoldan devam edip onu bitirmek: Kıymeti ne olursa olsun, eser sahibi olabilmek için bundan başka çare yoktur. Başlarken her şey güçtür, ilk zamanda o güçlüğe katlanmalı. Devam edince aynı şey sıkıntı verir: bu sıkıntıyı sineye çekmeli. Fakat eser bittiği zaman duyulan zevk, bütün güçlükleri, bütün bu çekilmiş sıkıntıları karşılıyacaktır.
Bizzat hayat da bir eserdir. Ölüm gelip de insan, gözlerini doğrudan doğruya dünyaya kapıyacağı zaman: "Ben şu işi yaptım, şu kitapları yazdım, şu sözleri söyledim, şu insanları yetiştirdim, şu iyilikleri ettim, şu kalbleri kazandım" diyebiliyorsa, en büyük eseri olan hayatı gönül rahatlığıyla bitirmiş olur. Bütün ömrü yazboz tahtası olanların bu saadete ermelerine, verimli bir insan olmalarına imkan var mı?