hızır tüzel'in yazısı radikal-online'dan alınmıştır.
Feridun Düzağaç, yeni vizyona giren 'Gece 11.45'te hayattan umudunu kesmiş bir kâğıtçıyı canlandırıyor. Düzağaç, bu karakterin kendisinden farkı olmadığını düşünüyor.
İSTANBUL - Son haftalarda ülkede öylesine çok futbol konuşuluyor ki, insan bir süre sonra kendini de, o sahada koşturan futbolcular gibi hissetmeye başlıyor. Zaten yarım olan akıl sağlığım sayesinde, ben de hayatın içinde çırpınıp dururken kimi zaman kendimi sahalarda koşturuyor sanıyorum.
Lakin, ne gol atabilecek takatım var, ne de maçı kazanabilecek küçücük bir ihtimalim. Zira bizim takım, daha maç bitmeden maçı kaybetmiş görünüyor. Çevremde hep bizim takımın elamanlarını görüyorum. Bir şeyler yapmaya çalışıyor, temiz bir futbol ortaya koyuyorlar ama üst üste yedikleri goller, morallerini bozmuş, çökertmiş onları. Uzatmalar oynanıyor ama bir mucize olmazsa eğer biz bu maçı kaybettik galiba.
İşte Feridun Düzağaç da bizim takımın aslarından biri. Kendine özgü bir taraftar kitlesi var. Kimi zaman güzel goller atıyor. Antrenmanlarda çok iyi çalışıyor. Geleceği parlak yani ama o da maçı kaybettiğine inanmış.
Feridun bey, biz bu maçı kaybettik galiba ne dersiniz?
Maça asılmanın, bir şeyleri protesto etmenin hiçbir etkisinin olmadığı dönemde tencerelere vururduk, işte orada bitti maç aslında. Hatırı sayılır bir direnç vardı, orada bitti. Bizim gücümüz yetmiyor. Bizim gücümüz nasıl yeter? Bana öğretilenlere göre ve gördüğüm kadarıyla sosyal devletin yapması gereken şeyler var ama yapılamıyor. Mesela sistem diyoruz, eğitim sisteminden başlıyor, hiçbir şey değişmiyor. Çocuklar altı yaşında, anaokulundayken birbirleriyle yarışmaya başlıyor. Çocuklara biz sevgiyi, duyarlı olmayı öğretmeliyiz.
Naklen yayınlarda savaş izliyoruz ve tinerci çocukları görünce kapılarımızı kilitliyoruz, bunlar toplumsal refleksler olmamalı. Kızımdan özür dilerim yani, o duyarlılığı gösterecek olanlar yine bizleriz. Kaybettiğini itiraf etmek aslında cesarettir. Cesaret tutkuyu yaşatır. Uyanık olmak gerekiyor. Bize dayatılan şeylere karşı uyanık olmalıyız. Bunlar çok somut şeyler değil ama çok da gerçek. Zamana bırakmak ve umuda sarılmak gerekiyor.
Fakat sizin duruşunuza bakılırsa pek de umuda sarılır bir haliniz yok. Haliniz tavrınız, şarkılarınız hep kaybetmekten söz ediyor...
'Yandıkbittik.com' diye bir şarkı yazıyorum ve tamamen bunun üzerine, 'Kötüler Çabuk Ölsün' diye de bir şarkı yazdım yine tamamen bunun üzerine. Bugüne kadar kıyılarında dolaştığım çok bireysel, kendi içimde yaşadığım duygulardan çok, sokakla derdimi anlatıyorum. Sokakta sadece terör ve şiddet var. Türkiye'nin özelinde, özellikle popüler kültürden de etkilenen insanlar bir 'Kurtlar Vadisi' enkazı yaşıyor. Bindiğiniz takside sürücü arkadaş racon kesiyor. Son bir ayda basına yansıyanı kadarıyla liselerde sekiz tane cinayet işlendi bu ülkede. Yani bir gözü dönmüşlük var. Bunun sebepleri var tabii ama ne yazık ki biz bunu yaşıyoruz.
Acaba kaybettiğimiz için mi bu kadar hırçınlaşıyoruz?
Aslında maçın böyle biteceği belliydi, kayıp zamanın ne zaman biteceği de belliydi, kayıp zaman da oynandı ve bitti bence. Sarılacak çok az şeyimiz kaldı. Yani bu anlamda iyi kötü onları eğlendiren, onlara şarkılarıyla anlam katan bir adam olarak, çok derin sular bunlar. Ama ben hayatı böyle arzuluyorum. Bunu yazmaktan da bıkmayacağım. Bunu yazmaktan, söylemekten bıkarsam ve sıkılırsam ben de kaybetmiş olacağım, şimdi daha kaybetmemişi oynuyorum. Çünkü bir şeyler yazıp çizip, kendi derdimi anlatıyorum. 'Kaybettim' dediğim andan itibaren yaptığım şeylerin manası olmayacak.
Bu sizin müzikal değerinizi olumsuz yönde etkilemiyor mu, popülarite açısından diyorum?
Değerin tam karşılığı nedir bilmiyorum. Benim dört buçuk albümüm içerisinde bir tanesi çok satmış. Bu ülkede çok anlamlar yüklenen Feridun Düzağaç, 250 bin satıyor, ve bu büyük bir olay gibi görülüyor. Sektörün sıradan, dayattığı, hiçbir değer taşımayan bir albüm de bir milyon satabiliyor. Ben bunu korumayı bir ödev bildim açıkçası. Müzik kanallarının ödül törenlerinin, magazin gazetecilerinin ödüllerini almam.
Çünkü ben korumaya çalışıyorum. Yazılı basında bana hep bir anlam yüklenmiştir. Televizyon programlarında yemek tarifleri yapmak benim işim değil onu başkaları yapsın. Çok lay ve lom değilim yani yazdıklarımla da, hayata bakışımla da değilim. Tırnak içinde popülerlik deyince beni kimseler tanımazken tanıyan insanlar, bunun bedelini bana zaten ödettiler. Böyle garip bir paradoks var.
Evet sizin taraftarlarınız popüler olmanıza bozuluyorlarmış.
Evet, bu çok saf ve anlaşılır bir duygu. Tabii ki ben bundan çok mutluyum ama daha çok insana ulaşmak isterim. Bir derdim var çünkü, söyleyecek sözüm var benim. O yüzden anlatmak istiyorum insanlara. Yoksa diğer anlamlarda, tanınmak, beğenilmek gibi şeylerin günlük hayatın içinde ne kadar tüketici olduğunun farkında olan biriyim. Aslında bir staj yaptım. Çok iyi bir stajdı, yedi yıl sürdü ve üç albüm sığdı o yedi yıla. Hayatımı idame ettirmek noktasında, dokunulabilir değerler anlamında çok acı çektim, çok uzun mesafeleri parasızlıktan yürüdüğümü hatırlarım. Benim hakikaten derdim buymuş ki, bir aile babası olmaya çalışırken bile buna devam ettim. O yüzden benim dediğim anlamdaki insanlar dışındakilere o dünya kapalı. Böyle bir ülkede müziğin de, pahalı bir şey olduğunu düşünüyorum. Yani benim konserlerim pahalı olmamalı, albümler ucuz satılmalı ve bu benim en büyük hayalim. Bir gün yapabileceğimi düşünüyorum.
Bütün bunların bana kaybettirdiği doğrudur. Koyduğum duvarları basındaki arkadaşların kırdığı doğrudur. Feridun kıl adam gibi lafları hep duyarım. Ben yaptığımın doğru olduğunu düşünüyorum.
Biraz 'Gece 11.45'ten söz etsek.
Alışılmışın dışında bir kurgusu olan, iddiasız hayatların, belki de fazla sıradan olmayan buluşmalarını anlatan hüzünlü bir hikâye. Seyrederken düşünmeye zaman bırakan bir ritmi var. Benim canlandırmaya çalıştığım Kâğıtçı Mehmet aslında şu an sizinle konuşan adamdan farklı değil. Az konuşuyor, asosyal bir tip, ben de sahne dışında az konuşurum.