Ben Tarkan'a göre bir şarkı üretmek gibi bir heyecana zaten giremem."
Kendi gibi müzik yapıyor. İnandığını söylüyor. İnandığı gibi yaşıyor. Kısacası o kendi gibi. Turgut Uyar diyor ya "Sizin alınız al, morunuz mor inandım. Ama benim dengemi bozmayınız. Ben tam kendime göreyim. Ben tam dünyaya göreyim." diye. İşte o da aynen böyle. Çok yoruma gerek yok. Sevdiğim müzisyenle, bindik onun uçağına kısa bir tur attık. Buyrun efendim, uçağımız kalkmak üzere...
Bir yazında "Kirlendik ve hayal kuramaz olduk"diyorsun. Peki hayal kurar mısın? nedir hayallerin?
Ben kurabiliyorum kendi adıma. Geldiğimiz noktada kendi değerlerime sahip çıkma noktasında zorlansam da ulaştıklarıma hala sahibim. Şarkı yazamadığım zaman hayal kuramıyorum demektir. Çünkü o da bir şekilde hayal kurmak. Geleceğe dair planlarla ilgiliyse ilgili sorduğun şey. Bu biraz benim dönemselliğimle ilgili. Ben zaten çok hayali bir ortamın içindeyim. Şarkılar yazıyorum ve bunu paylaşıyorum insanlarla. Şarkılarda yaşadığımız ve yaşatmaya çalıştığımız ama çok zor uyandırıldığım bir düş ortamı var. Onun dışında bu albümle beraber e-mail adresi, internet sitesi gibi ikinci hayali ortamlar var.
-Çok kendin gibisin, doğalsın, daha popüler olmak için birşeyler yapmıyorsun. Ancak merak ediyorum ki dönen çarklar varken hem çemberin içinde hem de çemberin dışında nasıl kalıyor insan? Çok zor değil mi?
Bu albümü çıkarmaya karar verdiğimiz günden itibaren bu sıkıntıyı yaşıyorum. Bu çok zor. Bir durmak istediğim yer var. Bir de beni görmek istedikleri yer var. Bu ikisi birbirine çok yakın değil. Ne güzel bizim söylemek istediklerimizi söylüyorsunuz diyenlerle benim durmak istediğim yer arasında bayağa bir mesafe var. Hem beni televizyonlarda bazı kaygılar taşıyıp görmek istemiyorlar. Aynı zamanda neden konser vermiyorsun diye sitem ediyorlar. Albümü tanıtmak noktasında kaygılarım olduğunu kabul ediyorum. Çemberler birbirine giriyor artık. Bir insan ürettiklerinin çok insana ulaşmasını ister.
-Depresyon şarkına çok takıldılar değil mi?
Çok takıldılar. Biraz acımasız eleştiriler geliyor. O yüzden herşeyi biraz fazla takanlardan olarak çok etkileniyorum. Aksi olsaydı böyle şeyler yazamazdım diye düşünüyorum. Dert bu değil. Popüler kültür dediğimiz çok farklı birşey, ben örnekler veriyorum ama vermem de gerekmiyor.
-Bir noktadan sonra bildiğin gibi yaşayıp, algılanmayı umut etmemek gerekli midir acaba?
Onu yaptığımda çok çabuk küserim. Çekip giderim yani. Öyle birşey olsun istemiyorum. İnsanlara hak vermeye çalışıyorum. Ama, yok klipte Yasemin Kozanoğlu oynuyormuş. Ben açıkçası Yasemin Kozanoğlu gibi çok bilinen bir insanla oynamış olmaktan. Ki bu oynamakta değil sinema filmi değil çünkü. Ben onunla aynı kameraya bakmaktan en ufak bir rahatsızlık duymadım. Sanki ben bunu yapmaktan utanmalıymışım gibi birşeyler duyuyorum. Yok böyle birşey.
-Çok mu alıngansın?
Eleştirilerden alınmıyorum. Çok doğru eleştirildiğim şeyler var. Bunları kabul ettim. İşte "Lavinia"nın grup Tını versiyonu çok daha güzeldi. "Lavinia klibinde neden bir kadın vardı". "Neden düşlerimizdeki Lavinia'yı şekillendirdin?" diyenler var. Onlara hak veriyorum.
-Kendini anlatamadığın zaman çok sıkılıyorsun değil mi? Anlaşılmadığın zamanlar yani.
Popüler kültüre karşı duruşumla -gerçi onun içine çekilmek için sebeplerim var ama- Popüler kültüre duruşum söz konusuyken sanki onu kullanıyor gibi algılanmak. Bir de eleştirilerin beni anladığı söyleyen insanlardan gelmesi beni üzüyor.
-Bülent Ortaçgil'e bir tv sunucusu "sizi dinlerken huzur buluyorum."demiş. Usta da çok sinirlenmiş, daha sonaki bir yazıda O'na hitaben "niye huzur buluyor ki, ben sizi rahatsız etmek için varım"demişti. Senin müziğinde de bir rahatsız edicilik var değil mi?
Bülent Ortaçgil'e bana huzur veriyorsunuz demek büyük bir gaf, diğer bir deyimle talihsizlik. Ben bunu depresyonlu şarkıda yaşadım zaten. İnsanlar rahatsız oldular. Sanatta ruh okşamak yoktur. Rahatsız etmek vardır.
-İçinde yalnız ve aradığın bir adam var mı?
Hala aradığım bir adam yok. Çok önceden beri bulup artık sıkıldığım bir adam var.
-Bu adam yalnız bir adam mı?
Evet. İçimde başka bir yaratık varmış gibi kelimelendirmek pek içimden gelmiyor ama..
-Bir ben var ki benden içeri diyorsun galiba.
Evet, evet. Diyorum ya, eleştirileri dikkate alıyorum diye. "Yalnızlık bu kadar dillendirmeli miydi?" şeklinde bir dinleyici mesajı. Oradan yola çıkarak albüm adı "uçak" veya "senin şarkın" olsaydı eğer. Ben içimde var olduğu bilinen ama araştırılan, detaylara inmeye çalışılan yalnızlığımı anlatmak durumunda kalır mıydım?acaba.
-Albümle ilgili kaygıların bitmedi değil mi?
Şu anlamda bitmedi. Şarkı özeline gelemiyoruz. Önce depresyon sonra benim yalnızlığımda takılıp kalıyoruz. Benimle tanışmak, konuşmak isteyenlere "böylesi daha güzel diyorum."çünkü bu paylaşıma konu olana esas adamı kendi köşesinde bırakalım. Bu da sıradan bir bedendir. Şarkılarını yazdığı andaki gibi değildir. Zaten olmak da istemez. Çok yorar beni. Hep öyle bir adam olmak istemezdim. Çünkü benim çok sosyal ve insanlarla iletişimi, eğlendirmeyi güldürmeyi seven bi halim de var. O yüzden çok fazla derinime inilmesinden rahatsızlık değil de biraz yoruldum. Bundan sonra albüm ismi koyarken çok düşüneceğim. Uzun ve güzel bir şey buldum diye üzerine atlamayacağım.
-Sana o kadar soru soruyoruz ki bu çok sıkıcı değil mi?
Acaip yorucu birşey gerçekten. Bunalıp da kaçtım adaya. Sorulan sorularla da ilintili. Depresyon, yalnız mısın gibi sorular sorulduğunda kopuyorum o anda. Ama kendimi uzun uzun anlatmamı teşvik edecek tahrik edecek sorular geldiğinde ise daha önce düşünmemiştim hakikaten diyorum. Küçük tatlı çelişkiler yaşıyorum. Ama hakikaten yorucu bir yerden sonra, kendinizi bir gazeteciye bir yayıncıya anlatmak, bir savcı karşısında terliyor olmak gibi bir şey. Çok yakın birbirine.
-Sen görüntüde parlak, dikkat çekici, iddialı değilsin. Ama yaptıkların o kadar sağlam ki sanki hayata çok galip gibisin. Ürettikçe hayat karşında galibiyet duygun depreşiyor mu?
Hayatla didişen bir adamım. Hala şarkılar yazıyorum. Yazdığım zaman kendimi iyi hissedip mutlu oluyorum. Bu tatlı didişmelerim, kendimle yüzleşmelerimdir. Ben biraz da işi yaparken sadece kendime yapıyorum. 33 yaşındayım, belki çok erken çok önceden tanımlayıp doğru cümleler içinde kullandığım kelimelerle hala didişiyorum. Çok da lüks görüyorum yaptıklarımı. Benim kendimle yüzleşmelerim ve kendimle konuşmalarımı herkes dinliyor.
-Sen kendini, karşımda oturan Feridun'u ne zaman keşfettin?
Şu anda karşında oturan Feridun, bundan birkaç ay önce çok büyük patlamalar sonra biraz soyulmuş bir halde oturuyor. Benim biraz inmiş halim. Ben aşağı yukarı gidişleri çok fazla yaşarım. Her kırılma noktasında da; değerlerimi duruyor musunuz yerinde diye kontrol ederim. Bana birşeyler yazdıran da budur. Yön ne olursa olsun, ister yukarıdan aşağıya ister tersi her seferinde burada mısın aşk, burada mısın yalnızlık, burada mısın ben diye sorarım kendime. Sonuçta beni birşeyler yazdırmak için heyecanlandıran çok az şeyler var. Yeni bir dalgalanmaya gebedir bu durum. Şu anda kendimi Bozcaada'da yaşasam yılın belli zamanları bu kente gelsem şeklinde hissediyorum .
-Peki şehirden uzaklaşma nasıl bir duygu olacak. Senin son albümlerinde şehir fazlasıyla var. Ben çok soludum İstanbul'u sonuncusunda...
Çok güzel bir yere geldi muhabbet. Ben iyi kötü "Kent Ozanı" diye bilinen bir adam. Gitti şimdi. Dağda adada yaşıyor.
-Kent Ozanı kentten mi kaçıyor?
Öyle hesaplarım olmadı işte. O yüzden depresyon şarkısından sonraki eleştirilere de çok üzüldüm. Ben bir şarkı yazarken hesaplarım hiç olmadı. Benim kendimle ve yazmakla ilgili bir derdim var. Bozcaada'ya gider orada da başka şeyle yakalarım. Bu da bana ters düşebilir. Ama böyle kaygılarım yok işte.
-Seni ilk tanıdığım Lavinia'dan bu zamana kadar yaptığın tüm klipler muhteşem. Neden diye düşünürken anladım ki o kliplerin de aynı şarkıların gibi bir hikayesi vardı. Kısa film hayalin var mı? hayal sorumda biraz bunun cevabının geleceğini tahmin etmiştim.
Uzun metrajlı olsun istiyorum. Öyle bir çabam var ama. Şu ana kadar çok somut birşeyler yazamadım. Öyle bir heyecanım var aslında içimde. Kişisel bir tatmin mekanizması. Bu konuda Ömer (Faruk Sorak)'in gazına gelmiş durumdayım açıkçası. Kendi klip çekimlerim esnasında birkaç ana başlık altında nasıl olması gerektiğini, kendimi nasıl görmek istediğimi söylerim. Sonuçta Ömer yapmış olur. Ben hep iyi klipler yapmaya çalıştım, iyi sonuçlar çıktı. Ama bunlar ambargolar konulan çok yayınlanmayan klipler oldular. Verilen emekler karşılıksız kaldı. Ben bu klip olayına gün geçtikçe soğuyorum.
-Mazhar Alanson, Fikret Kızılok gibi ustaların popüler albümlerde şarkılarını duymaya başladım. Senin fikrini alabilir miyim. Onlar popüler kültüre katkıda mı bulunuyorlar, yoksa bu kültür bir anafor gibi onları içine mi çekiyor?
Mazhar Alanson benim için acaip bi adam. Biliyorsun. Onun Tarkan'a şarkı vermesi kendi tasarrufudur. Ama bundan sonra, kalkıp bunu savunur bir kaygı içinde olursa o zaman bir kırgınlık doğabilir. Uzaktan uzağa yıldızlarımız nezlinde doğabilir. Çok fazla ilgilenmiyorum.
-Tarkan, senden şarkı isterse verir misin?
Benim var olan şarkılarımdan birini söylemek istese söyleyebilir. Tarkan da, herkes de söyleyebilir. Adama göre şarkıysa sözkonusu olan. Ben Tarkan'a göre bir şarkı üretmek gibi bir heyecana zaten giremem. Çok uzağım bu anlamda. Fikret Kızılok'a geçmiş olsun bu arada. Hem popüler kültürün tam ortasındaki bir stara, Sertab Erener'e, şarkı veriyorsun hem de hala karşı duruş, protest tavır. Olmuyor işte bu, güzel değil. Ama Mazhar Alanson'un Tarkan'a şarkı vermesiyle ilgili birşey yok ortada. Tahmin ediyorum bu Mazhar Alanson'un kendi kararıydı. Onu savunur bir halde değilim. Ama belki Tarkan'ın dünya starı olmaya aday bir adam olması onu çekmiş olabilir. Böyle bir heyecana ortak olmak ve katkıda bulunmak istemiş olabilir. Ben 'Yandım' ın sözlerini okudum. Orada Mazhar Alanson yerine başka bir isim okumayı tercih ederdim. Çünkü o bildiğin Mazhar Alanson yok orada.
-Hayatı düşünen anlatan bir adamsın. Pişmanlıkların oldu mu?
Var tabii. Hayıflanmalarım. Madem kendi şarkılarını yazan okuyan profesyonel bir müzisyen olacaktın neden ekonomi okudun. Neden herhangi bir enstrümanda virtiöz bazında iyi olmadın diye hala çok kızarım kendime. Pişmanlık çok insana dairdir zaten. Virtüöz gibi gitar çalmayı çok isterdim. Belki o zaman daha mutlu olurdum. İşte o zaman Tarkan'ın arkasında çalabilirdim.
-Şarkılarını nasıl yazdığını çok merak ediyorum. Sanatçılara muhtemelen saçma gelen bir sorudur bu. Ama nasıl ürettiğiniz de tamamen merak konusu. Önce söz mü? ikisi bir arada mı? evde müzisyen arkadaşların gelip ortak üretimler yaşanır mı?
Birşeyler yazma dürtüm kelimelerle oynamamla başlar ki şu sıralar çok sancılıyım. Belki o yüzden gitmek istiyorum ısrarla. Tek bir cümledir benim ihtiyaç duyduğum şey aslında. Ritmlendirilebilir ve müziklendirilebilir tek bir cümleye ihtiyaç duyarım. Onun üzerinde kelime oyunlarıyla önce sözlerini tamamlamak gibi bir derdim vardır. Ama bir çırpıda çıkan şarkılar da var. Mesela 'Unut Beni' öyledir. Birileriyle paylaşmam şarkılarımı. Ben yalnızımdır. Ortak paylaşım konusunda mümkünse kendi parçalarımı söylemek istiyorum. Ama çok çarpıcı paylaşımlara da açığım. Daha alaycı ve komik şeyler yazmak isteğim var aslında. Biraz yelkenleri suya indirmiş bir haldeyim.
-Bundan sonraki albümde neler olacak? Son albümde farklı bir tad aldık çünkü. Ritme dayalı, etnik müzik bilemiyorum nedir fikrin?
Bunun için zamana ihtiyacım var. Rock and roll'dan sıkıldım mesela. Elektronik şeyler dinleyebilir hale geldim. En azından üçüncü albüm soundundan çok da sapkın şeyle çıkmayacağı muhakkak. Akustik anlayıştan vazgeçmem çok zor. Çok erken aslında. Sipariş veremiyorsunuz. Ne zaman gelirse arkadaş onu karşılıyor ve ağırlıyorsunuz. Şarkılar böyle çıkıyor. Son albümümüm müzisyenlerden geçer not alan bir albüm oldu. Bu bir müzisyen için çok önemli bir kriterdir. O yüzden sound mutlaka buna yakın birşey olur. Etnik, evet beni çekiyor. Son albümde ben hem etnik hem de elektronik müziğin tioları verdim zaten. Sözler de açı biraz değişebilir. Sözler daha ironik olsun istiyorum. Bu anlamda kafamda dolanan isimler var. İsimlerini açıklamayalım. Bu sohbetten sonra onlarla gidip görüşeceğim. Çok heyecan verici olacak.