Mektup

Derinden Panolarıdır. Lütfen Şiir Yazmayınız.
selcukaydin

Re: Mektup

Mesaj gönderen selcukaydin »

her yorgun savaşcı gibi birgün gelip de köşeme çekildiğimde anladım ki ömrü savaşlarla geçen bir insanın köşesinde öylece oturup kalakalması en büyük ahmaklık ! savaşmalı öyle ise ; ama öldürmek için değil sevgili... aşk için , aşkı yaşatmak için savaşmalı... hala yaşıyorken içim de bir parça umut aşka doğru koşmalı... çıplak ayaklarımla son sürat, ayaklarıma batan dikenlere inat... koşmalı...

aşk yaşıyorsa hala
inancını kaybetmeden
sen de bana koş
göreceksin ki
aşk
yeniden
ikimizi de sarıp sarmalayacak...
aşk yaşıyor hala
sen ;
düşümde görüp gerçeğini yaşama huzurunu tattığım sevgili
aşk için
sen de
çıplak ayaklarınla
son sürat
ve ayaklarına batan dikenlere inat
koş...!!!


se.a
Kullanıcı avatarı
sehrikalp
Admin
Admin
Mesajlar: 786
Kayıt: Pazar, Eylül 18, 2005 22:22
İsim: Serkan
Konum: İstanbul

Re: Mektup

Mesaj gönderen sehrikalp »

...

mevsimlerin anlamı kalmamıştı. sürgünüydüm sonbaharın. Geçmiş Eylül sabahlarını düşünüyordum. Sokaklarda nereye gittiğimi bilmeden dolaşıyordum. Sana rastlıyordum her sokak lambasının altında. İlk gördüğüm;

Saçlarınla yüzünü örtmüştün. Tanımaz mıyım? Kalbimin atışları verirdi seni ele. Siyah kabanın üzerindeki kırmızı atkın... Sisli eski bir şehir gecesi. Zamanın bile unuttuğu anlar vardır. Gölgelerimiz ıslak zeminde iki aşık, geçip gidiyorsun, gidiyorsun, gidiyorsun. İkinci gördüğüm;

Rüzgarın mezarlıktaki çam ağaçlarını savurduğu ıssız bir sokaktı. Gülüyordun. Gülümsemek istedim ben de. Zehirli aşkımı söyledim sana. Gülüyordun. Umut ediyordum, ama zehir kanımdaydı ve panzehir O'ydu. Elimdeki sıcaklık gerçek miydi? Bugün bile o anı hatırladığımda içimdeki zehir uyanır. Üçüncü gördüğüm;

Yeni bir pencereden sokağa bakarken saçılmış güneş ışıklarının parıltısıyla gidiyordun ıssız sokağa doğru. Çam ağaçlarını hatırlıyorum: Israrla ismini fısıldıyorlardı. Muhteşem parmakların büyülü bir piyanonun tuşlarına dokunmakla dokunmamak arası çıkardığı hafif, öldürücü, yok edici notalar gibi bir isim. Dördüncü görüşüm;

Dudaklarıma dokunmuştun, ve hafif dokunuşlarıyla parmaklarının ismini tınlamıştı sesim: Lavinya, lav-in-ya. La... bir nota, vin... iki nota... ya... son nota. Şarkılar susmuştu. Ben içimdeki müzikle donup kalmıştım sesimin tanımsızlığında. Gözlerimi kapatmıştım. İçimde fırtınalar, seller, depremler... ve o son gördüğümdü;

Gözlerini kapat ve bir dilek tut, demiştin, bak yıldız kayıyor. Kapalıydı gözlerim; sevmediğin gerçekçiliğimle: O yıldız değil göktaşı, demiştim. Olsun sen bir dilek tut, dedin. Gözlerimi açtım ve ...

Göktaşıydı o demiştim sana... Yıldız olsa dileğim kabul olurdu.

Son kez ismin döküldü sesimden...
Son kez...
Dinleyicisi olmayan şarkıcı gibi, kendime sakladım sözlerimi...

...
menoktadenokta
Üye
Üye
Mesajlar: 521
Kayıt: Salı, Eylül 18, 2007 00:50
İsim: MeHMeT
Konum: Kocaeli

Mektup

Mesaj gönderen menoktadenokta »

...Sisli bir gecenin ardından yağan yağmurla anladım gittiğini. Geleceğim bekle, sen gelme ıslanırsın dedin rüyamda. Sensizliğe alışmaya çalışıyordum ama olmuyordu. işte o gün gelmişti.23 ocak 2005'te attığın ileti herşeyi anlatıyordu. "KONUŞMAMIZ LAZIM"... Bitirmek okadar kolaymış senin için. Herşeyi düşündüm yaptıklarımı, söylediklerini, yaşadıklarımızı... Hepsi boşmuş hepsi yalanmış.
bugün 2binyedinci eylül'ün 20 si yedi gün sonra doğum günün var. Uzaklardan kutlayacağım doğum gününü. Sen duymayacaksın biliyorum...
abyssusabyssusinvocat
Yeni Üye
Yeni Üye
Mesajlar: 15
Kayıt: Çarşamba, Ağustos 22, 2007 02:51
İsim: funda
Konum: İstanbul

Re: Mektup

Mesaj gönderen abyssusabyssusinvocat »

sana yazacak ne çok şey varken,ne az kelimem kalmış...
Kullanıcı avatarı
sehrikalp
Admin
Admin
Mesajlar: 786
Kayıt: Pazar, Eylül 18, 2005 22:22
İsim: Serkan
Konum: İstanbul

Re: Mektup

Mesaj gönderen sehrikalp »

...

kendi başımayım. Hep de öyle değil miydi? 'yanında yapayalnızım', dediğinde anlamalıydım, yalnız olduğumu. Suskunluğumun bana tuzak olacağını bilemezdim. 'Sen başkasın', demiştin. Neden, neden başkayım ben? Ne yaptım da bu karar verildi benim hakkımda?

İlk zamanlar özel hissetmeme sebep olan bu başkalık geldi oturdu hayatımın baş köşesine ve ilk işi seni alıp götürmek oldu. Her ne kadar başkalarına benzememem hoşuna gitse de aslında sen de diğerleri gibi olmamı bekliyor, onların ışıltılı hayatlarını özlüyor, onlara özeniyordun.


Sadece seninle hayata karışan beni, dostlarınla tanıştırman hep hayal kırıklığı oldu senin için. Merhabalardan kaçan, soru dolu bakışlardan nefret eden bir sevgilin vardı senin. Sürekli kaçıp bir yerlere giden, seni yalnız bırakan bir sevgilin vardı. Bana ait olduğun, beni anladığına inandığım o 'konuşabildiğimiz' zamanlarda aşıktım sana. Sonra sen ilk gördüğün ışıltının peşine takılıp giderdin. Beni hala yanında sanarak, elimi uzatmamı beklerdin yanından geçenlere.

Nereye kadar sürerdi ki? Meçhuldu yaşadıklarımız. Senin verdiklerinle hayata tutunmam uzun sürmeyecekti, sürmedi de...

Karanlık bir odada uyandığımda, kokunu duymuştum ilk önce. Yanımdaki sandalyeye kıvrılıp uyumuştun. Yüzüne nereden geldiğini bilmediğim bir ışık vurmuştu belli belirsiz. Damarlarımda sayamayacağım kadar çok zehirle uzanıp saçlarına dokunmuştum. Beni bekliyordun. Gitmekle kalmak arası bir hayatın yaşama beceriksizi ben, nasıl da hırpalamıştım seni. Gözlerinden sızan uykunun aşığıydım sevgilim. Ellerine dokunup geçen karanlığın aşığıydım, yokluğunun, bana verdiğin acının...

Birlikte balığa gittiğimiz bir göl vardı küçücük. Orada yalnızdık. En yakın insan milyonlarca kilometre uzaktaydı. Başka bir yıldızın, isimsiz bir gezegeninde birlikteydik. Gece olduğunda birlikte yürüdüğümüz o köy yoluna trilyonlarca yıldız yağardı. Köpek seslerinden korkup bana sarılırdın. Ne çok severdim o köpekleri. Onlar havladıkça daha sıkı sarılırdın. Kollarımda gökyüzüne bakarken, dilek tut çabuk yıldız kayıyor, dediğini duyardım kokunun sarhoşluğunda belli belirsiz bir şiir geçerken aklımın kıyısından. Hep aynı şeyi diliyorsun, ve bana söylüyorsun. Olmaz, tutmaz ama ya ayrılırsak?

Zaman mutsuzluk zamanı sevgilim. Neredesin? Sadece nerede olduğunu bilmek için geziyorum geceleri boş sokakları. Ve o eski sokaklarda arıyorum kokunu. Anılar hala bir hayalet gibi dolaşırken şehrikalbin ıssız caddelerinde. Gözlerimi bir otel odasından sokaklara dikip senin geçişini bekliyorum. Bir gün, iki gün, üç gün... Yoksun işte, lanet olsun yoksun. Sokağına geliyorum geceyarıları. Tam on yıl sonra hala oralarda olabileceğini umut ediyorum aptalca. Pencerene bakıyorum, sabahlara kadar. Hırsız, diye tutukluyorlar beni. İçeriden çıktığımda ilk işim yine sokağında sabahlamak. Orada değilsin. Olmadığını bile bile, sadece eski bir hayalin gelmesini umarak, sadece hayalinin gelebilme olasılığı için bekliyorum terk ettiğin sokağında.

Şehri terk ederken umutları başka bir güne erteleyerek dönüyorum bu denizler şehrine. Her dönüşümle daha da fazla şey bırakıyorum şehrikalpte.

Bu hayalde uyur Bursa her gece,
Her şafak onunla uyanır, güler
Gümüş aydınlıkta serviler, güller
Serin hülyasıyla çeşmelerinin.
Başındayım sanki bir mucizenin,
Su sesi ve kanat şakırtısından
Billur bir avize Bursa'da zaman...
(Şiir: Ahmet Hamdi Tanpınar)


...
En son sehrikalp tarafından Cumartesi, Eylül 29, 2007 15:11 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Kullanıcı avatarı
sehrikalp
Admin
Admin
Mesajlar: 786
Kayıt: Pazar, Eylül 18, 2005 22:22
İsim: Serkan
Konum: İstanbul

Re: Mektup

Mesaj gönderen sehrikalp »

...

Kendi sarhoşluğumla başbaşayım. Çok uzun zaman önce, hatırlayamadığım bir an bir yerde kırılıp kaldı rüyalarım, hayallerim. Ne çok düşlerim vardı. Hep bir aradaydık o zamanlar. Ayrılık uzak bir masaldı. Nereye gitsek neşe ve umut vardı.

Nasıl oldu bilmiyorum; birden büyüdük. Büyüyünce çocukluktan daha güçlü olup, daha çok sahip çıkacaktık birbirimize. Büyüdük evet, ve fakat büyümekle ayrılıklar başladı. Önce babam gidiverdi birdenbire. Zaten o gittiğinde yarımı alıp gitti. Hiçbir zaman o yara kapanmayacak.

Zayıfsın, kırılgansın, neresine nasıl tutunacaksın bu hayatın, derdi hep eski bir dostum. Öyleydim, hala da öyleyim. Hayatın içinde bir yerde var olmakla yok olmak arası bir yerdeyim. Yaşadıklarım çok büyük acılar değildi, dünyada yaşanan onca acının yanında. Bazen utandığım bile oldu acıları abartmaktan.

Yok işte, bildiğin gibi değil benim yaşantım. Yalnızım. Ağlak bir yalnızlık değil bu. Kimseler olmadığı için değil. Aklımın ilk erdiği zamandan bugüne onlar gibi hayatın içinde olamadım. Onlara göre en orta yerindeydim sahnenin. Sanırım iyi bir oyuncuyum. Kapalı kapılar ardında sıkıntılarımla boğuşurken, kapı açıldığında başkası oluveriyorum. Başkaları için başkası olmaya çalışıyorum. Yoksa bu hayatta yerim yok.

Kim geceleri benimle sokaklarda dolaşmak ister amaçsız. Karanlık, soğuk ve karlı gecelerde kaybolana kadar kim dolaşır şehrin ıssız sokaklarını. Durgun bir göl manzarasını kim seyreder benimle iki gün boyunca. Kim sesi kısılana kadar şiirler okur kendi kendine. (Nazım'ın bütün şiirlerini okumuştum bir kere sesim kısılmıştı) Ve bir de Cemal Süreya'mız vardı. Neydi o günler be "Şehir kan kıyametti ayaklarımızda, yıldızlar kaldırımlara dökülmüştü bütün"...

Orhan Pamuk'umuz vardı gizemli satırlarına vurulduğumuz. Çehov'umuz vardı her öyküsünün bir yerinde mutlaka gözlerimizin dolduğu. Proust'umuz vardı, Albertin'e olan aşkına hayran kaldığımız ve yaşama azmine.

Sarhoş gibi kaldım dünyanın orta yerinde. Oyun tüm hızıyla devam ederken, görmesem de seni, duymasam da sesini, sadece bir kaç satır yaz. Ayda bir, ne olursa olsun. Öyle ihtiyacım var sana...


...
metaboy
Yeni Üye
Yeni Üye
Mesajlar: 12
Kayıt: Cuma, Eylül 28, 2007 21:07
İsim: MUSTAFA
Konum: İstanbul

Re: Mektup

Mesaj gönderen metaboy »

RUJLU VE BUĞULU MESAJLAR

Elini uzattığında yatağın soğukluğundan çok boşluğu üşütmüş belli ki. Hangi yorgan ısıtabilir ki bu soğuğu? Derisi, dimdik tüyleriyle kıpırtısız. Titremek vaktinde, aşka saygı duruşu faslı başladı.

Başını kaldırdı. Ayna oradaydı. Ve rujlu mesaj da. Ruj muydu yoksa kan mı? Bu renk dudaklarına değen renk miydi? O rengi severdi. Mesajın kırmızısı aklını allamaya başladı. Yalnızlık sarhoşluğu midesini bulandırdı. Emrivaki yalnızlıktan hoşlanmazdı. Dudakları çoktan yastıklanmıştı.

Masal anlatma bana.
Beyaz olsun.
Tonsuz olsun.
Şarkı olsun.
Bizim olsun.
Kirletsek de bizim olsun.
Atmayalım onu hiç, yıkamayalım.
Kirli pasaklı dolaşalım şarkımızla, bıkmayalım.
Elin elimde olsun.
Elim elin olsun.
Tutuşalım…

Nefes alma aralıklarını uzattıkça uykuya yaklaştığını düşündü. Madem birkaç öpüşme uzaklığındaymış da uyku, bunu neden daha önce düşünememiş? Hayreti sığıntı gibi odanın köşesine koştu, yere sessizce oturdu. Hayretine baktı biraz. Tanımadı.

Aynasız kalabilirdi ama nasıl? Karanlıkta. Kalamıyordu. Aydınlıktı. Sabahtı. Aynaya değmeyen tek bir ışık huzmesi dahi olamazdı, bu imkânsızdı. Işık bu lanetli uzaklık mesajını dünyaya yayıyordu. Kaçılmıyordu.

Düşlerimi astım kirpiklerine.
Rüzgârla kurudu.
Sen konuştun kurudu.
Kuru düşlerle kalakaldın.
Şimdi düşlerimi ver bana.
Senli olsun.
Lavanta torbası koy yanına.
Koksun. Koksun.
Bir eylül gününün pazar gecesi çocukluğu olsun.
Zorla uyutulmalık bir gece olsun.
Yastığıma koy başını.
Uykum uykun olsun.
Uyuşalım…

Bileklerini kesen sembolik ipler, yatağın demirlerine yara sözü vermiş. İpler cesaretin efendisi. Kesmeden kopmayacakları belli. Uğraşmamalı. Bir kadının esareti erkekliğini kesiyorken dayanabilir miydi gerçekten buna?

Tutsakken yapılabilecek en güzel şey uyumak. Uyu hadi diyor kendine, uyu. Uzaklardan gelen bir telefon sesi; acı acı çalan, ayrılığa çağıran… Ve gitti.

Bomboş bir yatak bıraktın bana.
Elimdeydi süt şişesi, taze ekmek,
tam senin sevdiğinden biraz da beyaz peynir;
boşluğuna bakarken.
Sadece yarım saat bekle demiştim
en sevdiğin rujumla, özenmeden.
Bu kadarına bile dayanamadın değil mi?
Aşk dedikleri ambalaj çok parlaktı değil mi senin için?
Gözlerini aldı.
Kirpiğinden sıyrıldı düşlerim, çamurlandı.
Ruhuma makyaj mı yapmalıydım?
O kadar çirkin miydim yani?
Neden bu kadar kolay vazgeçiyorsun?
Sevmiyorsun işte.
Sevmiyorsun.
Ölüşelim…

Kuş gibi hafiflemişti. Islak sokağın ikindi ışıklarını, bağcıklarını fırlatıp attığı siyah rugan ayakkabılarının topuklarıyla eziyordu. Bağsız hissediyordu kendini. Bir başkasının vücudu da olsa yatakta bırakan biriydi artık, skorlar eşitlenmişti.

Az ilerideki bankta, parkta oynayan çocukları izleyerek uyuyabilirdi. Rahatlamış vücudu bir esmer pelte gibi bankın tahtalarından yere doğru süzüldü. Gözleri karanlığa açıldı. Rüyası şenlikliydi. Vicdanı acımıyordu. Erkekliği galipti.

Hiç değilse bir buğu bırak bana.
Kansız olsun.
Yalandan yaralanmamış bize, saplanmamış olsun.
Yağmurlu pencerem için olsun.
Parmaklarını kullan yazarken, izin olsun.
Sebep bulmak için uğraştırma beni.
Gidişine bahanem olsun.
Sonra defol git cehennemine.
Gölgen uzak olsun.
Yanışalım…
Rkoycu
Üye
Üye
Mesajlar: 733
Kayıt: Perşembe, Kasım 2, 2006 18:42
İsim: rüştü levent
Konum: İstanbul

Re: Mektup

Mesaj gönderen Rkoycu »

Abi süpersiniz ya..İlham büyük sizde.
pestemal
Üye
Üye
Mesajlar: 136
Kayıt: Pazar, Eylül 2, 2007 20:08
İsim: begüm
Konum: Balıkesir

Re: Mektup

Mesaj gönderen pestemal »

yazılar süper arkadaşlar..
Kullanıcı avatarı
sehrikalp
Admin
Admin
Mesajlar: 786
Kayıt: Pazar, Eylül 18, 2005 22:22
İsim: Serkan
Konum: İstanbul

Re: Mektup

Mesaj gönderen sehrikalp »

...

Uzun yolculuklar düşlerdik. Bilmediğimiz şehirlere gidip sokaklarda kaybolmak hayalleri kurardık. Hatta yakın şehirlere birkaç kez gittiğimiz de olmuştu. O zamanlar neden böyle isteklerimiz olduğunu düşünmezdik, sadece yapardık. Elimize ne geçecek o şehirlerde, diye kapitalist düşüncelerimiz yoktu. Elimize birşey geçmese de yapardık içimizden geleni.

En çok da o hüzünlü akşamları özledim. Buz gibi havalarda sert rüzgarların altında kimseler yokken uzun kumsallarda kaçan bulutları izlerdik seninle. Soğuktan moraran dudakların ısıtırdı ellerimi. Her ikimizin de burnu üşürdü en çok. Akşam olurken hafif bir yağmur başlar sonra fırtınayla çıldıran denize gri gökyüzünden sular boşalırdı. Sırılsıklam olana kadar koşardık kumlarda, denize karışırdı sıkıntılar, dertler, hüzünler...

Beni al, götür buralardan, ne olur götür, yoksa ben gideceğim...

Bu cümle ne anlama gelirdi ki, mutluluğun sarhoşuyduk ikimiz de. Gidemezdin, gidemezdik birbirimiz olmadan hiçbir yere.

Yani ben öyle sanıyordum. Ya da öyle olduğuna inanmıştım. Kötü anılar vardı geçmişinde ve her an onlardan biriyle karşılaşabilirdin, biliyordum. Unutturduğumu sanmıştım hepsini. Benim yalnızlığım, senin yaraların yok olmuştu. Buna inanmıştım.


Beni al, götür buralardan, ne olur götür, yoksa ben gideceğim...

Seni alıp götüremeyecek kadar korkaktım ben. Korkardım hayatın acımasızlığından. Belki de anlık mutlulukları tercih ettim. Ne yaşarsam kar saydım. Sonrasını umursamadım. Yalnızlıklardan çıkıvermek bir anda nasıldır bilir miydin sen? Korkuyordum seni yitirmekten, bu dediklerini hep duymazlıktan geldim bu yüzden.

Yağmurlarımız vardı, birlikte kovaladığımız kar taneleri, ayak seslerimizi dinlediğimiz sessiz gecelerimiz ve o gecelerin sahibi tenha, yapayalnız sokaklarımız ve soğuk otel odalarımız vardı. Kollarımız vardı, birbirimize sardığımız...

Cesur olan sendin. Gitmekle özgürlüğü seçtin. Nasıl bir şeydi ki bu, bizi ayırmaya gücü yetti? Giden ve tabii terk eden sendin görünüşte. Oysa kalarak seni terk eden bendim aslında. Sen gitmiştin çoktan. Sadece bir adım atacaktım seninle gelmek için. Neden yapmadım bunu, neden? Gittiğin yerde beni özleyeceğini düşünmüştüm. Beni arayacaktın, gel yanıma diyecektin. Bunu bekledim. Beklemektense koşarak peşinden neden gelmedim?

Gidişinin ardından ne kadar zaman geçti, saymıyorum günleri şimdi. Nedense bazı günler hala beni aramanı düşlüyorum. Gittiğin yeri bilsem en azından seni görmek için gelir miydim bilmiyorum. Geleceğimi biliyorsun. Şu anda ne yapıyorsan, kiminleysen, hatta ölmüş bile olsan yani her neredeysen oraya geleceğimi biliyorsun.

Binlerce terk ediliş hikayesi dinledim, okudum; böyle bir gidiş hiç duymadım. Kimselere de anlatmadım. İnanmazdı kimse zaten. Hayırsız derlerdi sana, sevmemiş seni gerçekten, derlerdi. Tanımıyorlardı ki seni, yaşadıklarımızı, paylaştıklarımızı bilemezlerdi ki... Öğrenseler ne fark ederdi, onu bile anlayamazlardı.

Şimdi kelimelerin yetmeyeceğini bile bile seni yazıyorum durmaksızın. Bu sakinleştiriyor beni ya da ben öyle sanıyorum.

Farkında mısın? Emin değilim hiç bir şeyden. Yaptığım şeyler işe yarıyor mu bilemiyorum. Sadece bunları yapmak bazen yeterli gibi. Seni yazıyorum.


...
tayfun4
Üye
Üye
Mesajlar: 98
Kayıt: Salı, Nisan 24, 2007 18:34
İsim: Tayfun
Konum: Bursa

Re: Mektup

Mesaj gönderen tayfun4 »

niye karanlık.. en iyi anlaşıldığım dostum yok artık,toprak oldu..ağlamak gelse içimden.. tutamam ki.. ne yaparım burda,bundan sonra.. sokaklar mahşer gibi,ama yalnız hissediyorum kendimi. neden.. niye dünya,niye? durup biraz nefes alsan olmazmı.. sen karanlığı bıraksan,güneşe dönsen,hep öyle kalsan. seni sevmeyi denesem,seni sevmeye çalışsam, olmazmı.. en yakın arkadaşım öldü,senden kurtuldu dünya.. bi gün bende yanına gitmek için.. inan,sabırsızlanıyorum.. niye küçük bi ışık göstermedin bugüne kadar..
senin yüzünden bu karanlık.. hep senin yüzünden.. sana kinimi,nefretimi dilime dökemiyorum.. o kadar büyükki.. kelimeleri yetiremiyorum.
gerçi, anlatsamda,söylesemde anlamazsın ya.. senden nefret ediyorum,lanet siyah dünya
Rkoycu
Üye
Üye
Mesajlar: 733
Kayıt: Perşembe, Kasım 2, 2006 18:42
İsim: rüştü levent
Konum: İstanbul

Re: Mektup

Mesaj gönderen Rkoycu »

:?:
Kullanıcı avatarı
sehrikalp
Admin
Admin
Mesajlar: 786
Kayıt: Pazar, Eylül 18, 2005 22:22
İsim: Serkan
Konum: İstanbul

Re: Mektup

Mesaj gönderen sehrikalp »

...

Küçük bir iz, belirsiz bir işaret, umutsuzlukla adını yazdım, o yabancısı olduğum sitenin "search" yazan boşluğuna... Ve birden karşıma isminin benzeri bir sürü sonuç çıkıverdi. Heyecanlandım; biri sen olabilir miydin?

Daha ilk sayfada resmin karşımda beliriverdi. ON ÜÇ YIL sonra ilk defa seni görmek... Bu ne demek bilir misin? Gözlerini yukarıda bir şeye bakar gibi kaydırmışsın. Beklenmedik bir karşılaşma bu, alt üst oldum. Lafın gelişi değil, midem bulandı birden, başım dönmeye, nabzım hızla atmaya başladı. Neydi bu heyecanın sebebi? Farklı yollarda ON ÜÇ YIL yaşanmış, birbirinden çok farklı ve uzakta hayatlar kurmuş iki yabancıydık artık. Ne bekleyebilirdik birbirimizden?

Ayrılırken söylenen sözler geldi aklıma "bir gün bir yerde yine..." Burası o yer miydi? Neler değişmişti sende? Kimdin şimdi?

Ne kadar zaman öyle düşünceler içinde kaldım hatırlamıyorum. Pencerenin kenarında, yeni başlayan yağmurun sesiyle irkildim. Şimdi ne yazsam, ne desem? Seni tanıdığım kadarıyla umursamayacaktın. Çabuk unuturdun sen, bilirdim. Küçük bir umut;

"Hala yaşıyor olduğunu bilmek güzel, sadece geçmişten bir selam. Kendine iyi bak"

Bu kelimeler döküldü parmaklarımdan korkarak. Neler, neler, neler yazmak geldi geçti içimden kimseler bilemez. Ne diyebilirdim ki? Bu kadarı bile fazlaydı belki.

Ertesi gün mesaj kutumda bir mesaj. Kim olabilirdi? Sendin. Mesaj senden gelmişti. Aklımdan milyarlarca olasılık geçiverdi, ne yazmış olduğuna dair. Sayfalar dolusu özlem düşledim, sevgi sözcükleri, nefret, unutmuşluk, hayret, sevinç, umursamama... hepsi geldi geçti aklımdan. Uzun bir yazı görecektim. Harflerini özlemiştim, sesin bile fazlaydı bana. Kalbim durup, dinlenip tekrar atıyordu. Derinliklerimde yıllardır uyuyan volkan kıpırdamaya başlamış, yakıyordu bedenimi. Başım dönüyordu yine...

"Sende"

Evet hepsi buydu. Tek kelime. Üstelik ne kadar hassas olduğumu bildiği halde -de'yi ayrı bile yazmamıştı. Bilerek yaptığına adım gibi emindim. Bin yıllık bekleyiş, bana bakmayan gözlerin ve beni tanımayan bir kelimenle yerle bir olmuştu.

Yerimden kalkıp geceyarısı sokaklara çıktım. Her zamankinden daha da çok amaçsızca koyverdim kendimi yollara. Bıraksalar ölene kadar sürdüreceğim bir yürüyüştü bu. Tom Hanks "Forrest Gump" ta nasıl ülkesini baştan başa koşarak geçtiyse aynı şeyi yapmak geçiyordu içimden.

Gece yarısı boş sokalarda yağan yağmurda sırılsıklam çöküverdim yere. Olduğum yer Balat civarında bir yerdi. Karanlık denize yağmur yağıyordu. Şehir ışıl ışıl parlıyordu. Ne güzeldi yağmurda ıslanan şehr-i kalp.

Döndüğüm kendimdi. Düştüğüm kendim. İttiğim kendimdi. Öldürdüğüm kendim. Bittiğim kendimdi.

Öylesine dönüverdim evimin sıcaklığına. Kaldığım yerden devam etmek için. Daha güçlü olmaya çalışarak. Karanlığıma yeni ışıklar yakmaya çalışmak için, yaşıyor gibi yapmak için...

...
Je est un autre
Kullanıcı avatarı
Bozcaada
Görevli
Görevli
Mesajlar: 1394
Kayıt: Pazar, Ekim 17, 2004 12:43
İsim: Emrah
Konum: İstanbul

Re: Mektup

Mesaj gönderen Bozcaada »

"Yaşıyor gibi yapmak için..."
Kullanıcı avatarı
sehrikalp
Admin
Admin
Mesajlar: 786
Kayıt: Pazar, Eylül 18, 2005 22:22
İsim: Serkan
Konum: İstanbul

Re: Mektup

Mesaj gönderen sehrikalp »

...

Sonraki günler aynı düşünceler içinde geçti. Zaman eğilip bükülmüş, durup devam ediyor, anlamsızlaşan hayat çıkış yolu arayan ruhumu kendi karanlığına çekiyordu. İrademle yendiğim bir çok zaafım olmasına rağmen bu kısa zaman sürecinde o gücü içimde bulamadığımı hissettim. Bu, zaman zaman beni korkutsa da bu durumu değiştirecek gücü de maalesef kendimde bulamadım. Çok istememe rağmen olmadı, kendime yalanlar söyleyerek deforme ettim kişiliğimi.

Benzer durumları inceledim. En azından normal bir insan nasıl oluyordu da, derin yalnızlık durumlarından kolayca sıyrılabiliyordu? Dikkatle inceledim insanları. Kederli anlarıyla, sevinçli anları arasında anlayamadığım bir boşluk vardı. Kısa süre önce terk edilen bir arkadaşımı, bu sıkıntılarını anlattığı ve çılgınca içtiği bir gece bıkmaksızın dinlemiş ve kendimce yardım etmeye çalışmıştım. İki gün sonra yeni sevgilisiyle gördüğümde gözlerime inanamamıştım. Şaşkın bakışlarıma aldırmamış ve hatta ne derece şaşkın olduğumu anlamamıştı bile. O akşam beni tekrar evine davet etmiş ve yeni sevgilisini nasıl ilk akşamdan yatağa attığını anlatmıştı uzun uzun. Peki ya, o uzun terk ediliş hikayesi ve içine düştüğünden bahsettiğin yalnızlık, diye soramamıştım tabii ki. Sadece uzak bir ses tonuyla bana neden bu kadar özel bir durumu anlattığını anlayamayarak yine çaresizce onu dinlemiştim gece boyunca. Elinde sek bir votka bardağıyla sızmış arkadaşımın gözkapaklarına bakıyordum ara sıra, sonra da doğmak üzere olan güneşe hayretler içinde.

Neydi bende eksik olan? Geçen onca yıla ve değişen onca şeye rağmen neden kalmıştım bir anın soğukluğunda? Onlar sorularına yeni cevaplar aramak yerine, sorunu tümüyle ortadan kaldıracak girişimlerde bulunabiliyorlardı rahatlıkla. Ve aslında sorunlarımız temelde aynı gibi görünse de tamamıyla arızalı ruhumdan kaynaklanan bir batağa saplandığımı ve bunu çoğu zaman bilerek ve isteyerek yaptığımı derin bir acıyla kabullenmiştim. Aksi bir açıklama getirmek mümkün değildi. Ne var ki; açıklaması olan her şey çözülmüş olmuyordu. x + x = 2x ediyordu ama işte bunun da karmakarışık bir matematiksel ispatı vardı ve ben oldum olası matematikten nefret ederdim. Anlam veremediğim çıkarımlardan ve uyduruk olduğuna inandığım teoremlerdem hep uzakta hissetmişimdir kendimi.

Bir barda, üst üste devrilen kadehlerden çok sonra çenem düştüğünde anlatırdım bunları arkadaşlarıma. Zaten onların da ertesi sabah hiçbir şey hatırlayamayacaklarını bildiğimden olsa gerek bütün sıkıntımı dökerdim masaya alkolün zayıflattığı egoma inat. Sabah uyandıklarında bir şeyler hatırlıyorlar mı, diye kontrol etmeyi de ihmal etmezdim. İçki masasında anlatılanlar her zaman boşluk doldurmacadır. Sadece muhabbet olsun diyedir. Ben anlattıkça içi kararır dinleyenlerin. Vay be dostum hadi o zaman çak bakalım nidalarıyla dağılan efkar bulutlarının tamamı üzerime çöküverir ve iki kat daha fazla sıkıntıyla kalkardım o masalardan.

Senin de olduğun bir kaç masamız olmuştu böyle. Alkolden kızaran gözlerine ve pembeleşen yanaklarına bakardım senin farketmediğin anlarda. Kucağıma alıp yatağına yatırırdım bebek gibi. Ve çıplak kalan tenini düşünürdüm yatağının ılık sarhoşluğunda. Elimde sert bir votkayla uyuyan gözlerini izlerdim. Sigara kokan saçlarına dokunurdum. Ve gözlerim kapanmaya yakın yanına sokulup kokunla unuturdum bütün acılarımı.

O gecelerin sabahında kahveyle beni uyandırışların aşktı. Saçlarının dağınıklığı, ellerinin soğukluğu, sigaranı yakarken elinin titreyişi, gözlerini sıkıca yumup aniden kocaman açarak uyanmaya çalıştığını izlemek aşktı...

Üşüyen ellerini özledim....


...
Je est un autre