tatlıca kirli olurdu kışlarımız
okullar çıkmaya yakın yanık pembe hüzünlü
yağmur yolu gözleyen yalnızlar gibi
pencerelerde gölge ve ses takipleri acı acı
dışarının soğuğuyla akşam karanlığı ahbap
kırmızı çantalı kıvırcık saçlı bir çocuk
bölerdi çetrefil burukluğun iç sancısını...
minik minik evlerin arasında
uyumsuz iki adım yanyana
uğraşırlarken sevgiyi büyütmeyle
yarı uykulu düşler
masallarla hazırlanırlardı
ufukları çizilmemiş bir geleceğe
evler yitik
adımlar susuk
düşler uykusuz
şimdi masalsısız
ufuk çizgisi jilet gibi inerken
ortasına özlemlerimizin
sevdik
yine seveceğiz...
daha çayın altını yakmadan
karamsarlıkla kapanır korkumun gözleri
yalnız kapı seslerine bile kabulüm böyle erken
ağaçlı bir yolun ilk ve son yayasıyım
yanımda hem varsın hem yoksun
hem ol hem olma
ama hep yaşa...
şimdi pul pul ışıltılarıyla sabah
hayatla aramdaki boşluğa daha uygun
yokluğunu düşünmeyi sonsuzadek erteliyorum
avuçlarımdaki kekre ürperişlerinin
yaşam dokusunun her zerresinde sevgi
şefkatimle yoğurduğum insanlıkta
özgürlüğün ve senin...
kağan işçen...