Susmak
-
- Üye
- Mesajlar: 99
- Kayıt: Salı, Ocak 3, 2006 20:44
- Konum: MERSİN
-
- Üye
- Mesajlar: 76
- Kayıt: Cuma, Mart 10, 2006 14:42
Yaşlı bir bilgeye birisi sorar:
_"İnsanların ne kadar akıllı oldukları nereden anlaşılır?"diye.
Bilge şöyle bir düşünür ve cevap verir;
-"Ne söylediğinden ve nasıl söylediğinden anlaşılır"der.
Peki ya hiç konuşulmazsa nasıl anlayabiliriz diye tekrar sorar o kişi.
bu sefer yaşlı bilge hafif bir tebessümle der ki;
_"O kadar akıllı insan yokru ki,a evladım"der..!!!!!!!
Yani susmak ve konuşmak görecelidir.İnsan kendine konuşmanın mı yoksa susmanınmı faydalı olacağını eğer öncede bilebilseydi bin kere düşünür bir kere söylerdi...Ne demişler" Bir söyle iki dinle.""Söz gümüş ise sessizlik altındır"
dil yarası hiç kapanmaz ona göre.......
_"İnsanların ne kadar akıllı oldukları nereden anlaşılır?"diye.
Bilge şöyle bir düşünür ve cevap verir;
-"Ne söylediğinden ve nasıl söylediğinden anlaşılır"der.
Peki ya hiç konuşulmazsa nasıl anlayabiliriz diye tekrar sorar o kişi.
bu sefer yaşlı bilge hafif bir tebessümle der ki;
_"O kadar akıllı insan yokru ki,a evladım"der..!!!!!!!
Yani susmak ve konuşmak görecelidir.İnsan kendine konuşmanın mı yoksa susmanınmı faydalı olacağını eğer öncede bilebilseydi bin kere düşünür bir kere söylerdi...Ne demişler" Bir söyle iki dinle.""Söz gümüş ise sessizlik altındır"
dil yarası hiç kapanmaz ona göre.......
-
- Üye
- Mesajlar: 538
- Kayıt: Perşembe, Nisan 6, 2006 15:02
- İsim: nilgün
- Konum: Ankara
'iki kişinin başkalarının yanında susması en zor işlerden biridir' diyor milan kundera, 'kimlik' adlı kitabında. dikkat edilirse söz konusu özne 'iki kişi' dir; her ne kadar zor olsa da bir kişinin kendi başına susması değil. ayrıca, bir kişinin susmasını, kendi kendine konuşmasına oranla daha doğal karşılarız biz. iki kişinin karşılıklı susması ise, kundera' nın bu kitabında da işlediği aşk suskusudur. bir kadın ve bir erkek arasında yaşanan, sorunlarını konuşarak değil de karşılıklı susarak ve o sessizliği yaşayarak çözebilme yetisi.
aşkın susmakla, susmanın ise düşünmekle yakın ilgisi var. sözcükler oradan oraya anlam kaymalarına neden olabiliyor çünkü aşkta. aşk başlı başına bir dağınıklık değil mi zaten. duygularla, yaşanan olaylarla, söylenen, havada uçuşan ve her yöne çekilebilen sözlerle, yazılan mektup ya da kısa notlarla, birdenbire içinden çıkılmaz bir hal alabiliyor aşk. aşkın doğal yapısında var bu durum. bundan ki, aşk söz konusu olduğunda, iki düşünüp bir konuşmak gibi bir zaruriyet de kendiliğinden çıkıyor ortaya.
susmak, düşünme payını da içinde barındıran bir 'evet deme sürecidir' bazen de; söylenen bütün sözleri kabul etmek, söylenenlerin öyle olmasını beklemek gibi bir anlamı da çağırabilir. aslında harcadığımız bütün sözler, söylenmeyen bütün sözlerin kafamızda farklı farklı oluşmasını ve kendi kendimizle konuşmamızı sağlar. yaptığımız şey, hep söylediğimiz ama yine de yarım kalan bir şeyleri kendimize anlatmaktan ve onları kabullenmeye çalışmaktan başka bir şey değildir. kabullenmek için zamana ihtiyacımız vardır çünkü; kendimizi ve davranışlarımızı tanıma sürecinde zamanın bilgeliğine güvenmek zorundayızdır.
bir resim gibidir susmak, özellikle karşımızdaki insanın susması, o kişi için (eğer ihtiyacımız varsa), beynimize, oluşturduğumuz bütün resimleri yükleme olanağı sağlar bize. bütün eksikleri, o kişinin giyinişinden tutun da, yüz mimiklerinden, saç ve makyajından, yürüyüşünden tamamlayıveririz. inanmak istediğimiz şey, suskunun içinde gizlidir. böyle böyle kandırırız kendimizi de. eksik yanlarımızı, bir başkasıyla tamamlamaktır bu. zamanla içinden çıkılmaz bir hal alarak 'bağımlı' duruma bile düşeriz. sonuçta, 'platonik takılan' bir aşık olup çıkıveririz. aşkın, karşılıklı susabilmek olduğunu sanırız aynı şehirde! sonra çenemiz düşer birden, her gördüğümüz insana, her gördüğümüz eşyaya kendimizi anlatmaya başlarız. söylemek istediklerimizi bir türlü adlandıramadığızdan olacak, anlatacaklarımız hiç bitmez. yalnız başımıza kaldığımız bir odada, duvarların bizimle konuşmasına izin vermeye, radyo dinlemeye, televizyon izlemeye, yani, susmaya devam ederiz.
bize kendini anlatan bir insanda, aslında biz kendi yansımamızı görürüz. onun anlattıklarını kendi düşünce sistemimizde yoğurur, kendi bilincimizle sınar, kendimizin böylesi bir durumda nasıl davranacağını düşünürüz. aynı şekilde birine kendimizi anlattığımızda, onun kendisi hakkında düşünmesini sağlamış da oluruz. sözcükler benliğe dönüktür, kıyaslama yapabilirler. aynı işlevi, bir sanatçının kendini ya da gözlemlerini anlattığı bir sanat eseri de yapabilir. güzel bir sanat eseri, güzel bir manzara, estetik boyutu olan ne varsa kimi zaman sadece susmayı gerektirir. konuşmak bozar o tılsımı.
psikolojide 'vucudu ile düşünmek' diye bir terim vardır. çoğu davranışımız, önceden kanıksanmış, ezberlenmiş ya da şartlanmış hareketlerin bütünüdür. üzerinize doğru gelen bir araba olduğunda, kenara çekilmeniz için durup o arabanın sizi ezebileceğini düşünmezsiniz. kendinize ya da bir arkadaşınıza 'bu araba beni ezeceği için kenara çekileceğim' de demezsiniz. bunu zaten bilirsiniz ve olayı kritik etmek için hiç zaman harcamadan kenara çekilirsiniz. tıpkı aşkta yaşandığı gibi, bir çeşit refleks ya da içgüdüdür bu. davranışlar çoğu kez yönlendirir bizi; düşündüklerimizin ya da düşüneceklerimizin tersini yapabiliriz. vucut dili ona güvenmek zorunda olduğumuz bir dildir. aşkla yakından ilişkisi vardır vücut dilinin. aşk söz konusu olduğunda, vücut dili ile konuşmak, dolayısıyla susmak, bir çok sorunun çözümü de olabilir aynı zamanda. konuşmak çok daha çetrefilli yapabilir her şeyi. çünkü aşkı, sözcükleri kullanarak anlatamaz, somutlaştıramazsısınız.
aşk, iki kişinin kendi dev aynalarındaki çoğulluğudur. dev aynalarındaki bu çoğulluğa rağmen, ne kadar zor olsa da, susan iki kişiyi barındırır aynı zamanda içinde. çünkü söz esnektir; dağınık duyguları toparlamaya yetmez, iyice dağıtır onları. ayrıntılar boğar bizi. aşk, hiçbir sözcüğü dinlemez. onların somutlaşan anlamlarıyla geçici bir sallantı yaşayabilir sadece. sonra yoluna devam eder. ya da tam tersi, eğer bir aşk bitmişse, dünyanın en güzel sözlerini bile sarfetseniz o aşkı geriye getirmeniz mümkün olmaz. aşk bir rastlantıdır. bizim dışımızda gelişen ama en çok da bizi ilgilendiren bir rastlantı. tagore' un, aşkın biticiliği için söylediği 'mayıs ayı yasaları aralıkta hükümsüzdür' sözüne, ben bu bağlamda bana çağrıştırdığı başka bir anlamı ile değinmek istiyorum; aşk, iki sevgili arasındaki bir çok sorunu aynı bu sözde olduğu gibi belli bir zaman sonra hiçe sayabilir; o sorunları tekrar gündeme getirmeden.
andrea maurois, 'cümlelerin sadeliği, eşyaların tabiatında bulunan karışıklığı yeter derecede doğrulukla belirtmeye uygun değildir' der. bırakın eşyayı, dağınık bir kavram olan aşk için sözcükler ne yapabilir ki?
vücut diliyle konuşmanın yanı sıra kelimelerle de düşünebilir insan. kelimelerle düşünmek ise susmanın diğer bir şeklidir. bir kelime bize pek çok anlamı çağrıştırabilir. söylenen söz, imgesel çağrışımlarla uzun süre susmamıza neden olabilir. tıpkı güzel bir sanat eseri gördüğünüzde dilinizin tutulup, tek yapabileceğiniz şeyin sadece susmak olduğunu bilmeniz gibi. her sözcük farklı insanlar için farklı anlamlar da ifade edebilir elbette. algının, kişilerin yaşam felsefeleri, yaşama biçimleri ve alışkanlıkları ile yakın ilgisi vardır.
susmak durum kurtarır bazen de; aşkla pek ilgisi olmasa da, özellikle politikada, yanıtlayamayacağınız bir soru için iki seçeneğiniz vardır; ya sorulan sorunun aslında yanlış bir noktadan sorulduğunu söyleyerek var olan yanıtınıza göre soruyu değiştirmek, saptırmak, ya da hafifçe gülümseyerek, bilge, alaycı ve kendinden emin bir tavırla soruyu yanıtsız bırakmak. her ne kadar durum tespiti yapmak, bir sorun' un saptamasını sözlerle belirterek somutlaştırmak bizi o sorundan kurtarmaya yetmese de, yine de konuşuyor olmanın günlük hayatımızdaki ihtiyaçlarımızı gidermek ve iletişimle yakından ilgili bir yanı vardır. eğer aşıksanız, konuşmak sadece baş ağrısı yapar!
aşk söz konusu olduğunda, susmak ve aşkın bize hakim olmasına ses çıkarmamak sanırım en doğru yol. çünkü sözcüklerin gizemli ve esnek havası, algının her insan için farklı kapılar açması, şapkadan, güzel, beyaz bir tavşan yerine, altından kalkamayacağımız bir fil çıkmasına neden olabilir… susmak mı, konuşmak mı? şimdilik bu ikilemi 'yazmak' sözcüğü ile geçiştiriyorum… yazalım susalım!
aşkın susmakla, susmanın ise düşünmekle yakın ilgisi var. sözcükler oradan oraya anlam kaymalarına neden olabiliyor çünkü aşkta. aşk başlı başına bir dağınıklık değil mi zaten. duygularla, yaşanan olaylarla, söylenen, havada uçuşan ve her yöne çekilebilen sözlerle, yazılan mektup ya da kısa notlarla, birdenbire içinden çıkılmaz bir hal alabiliyor aşk. aşkın doğal yapısında var bu durum. bundan ki, aşk söz konusu olduğunda, iki düşünüp bir konuşmak gibi bir zaruriyet de kendiliğinden çıkıyor ortaya.
susmak, düşünme payını da içinde barındıran bir 'evet deme sürecidir' bazen de; söylenen bütün sözleri kabul etmek, söylenenlerin öyle olmasını beklemek gibi bir anlamı da çağırabilir. aslında harcadığımız bütün sözler, söylenmeyen bütün sözlerin kafamızda farklı farklı oluşmasını ve kendi kendimizle konuşmamızı sağlar. yaptığımız şey, hep söylediğimiz ama yine de yarım kalan bir şeyleri kendimize anlatmaktan ve onları kabullenmeye çalışmaktan başka bir şey değildir. kabullenmek için zamana ihtiyacımız vardır çünkü; kendimizi ve davranışlarımızı tanıma sürecinde zamanın bilgeliğine güvenmek zorundayızdır.
bir resim gibidir susmak, özellikle karşımızdaki insanın susması, o kişi için (eğer ihtiyacımız varsa), beynimize, oluşturduğumuz bütün resimleri yükleme olanağı sağlar bize. bütün eksikleri, o kişinin giyinişinden tutun da, yüz mimiklerinden, saç ve makyajından, yürüyüşünden tamamlayıveririz. inanmak istediğimiz şey, suskunun içinde gizlidir. böyle böyle kandırırız kendimizi de. eksik yanlarımızı, bir başkasıyla tamamlamaktır bu. zamanla içinden çıkılmaz bir hal alarak 'bağımlı' duruma bile düşeriz. sonuçta, 'platonik takılan' bir aşık olup çıkıveririz. aşkın, karşılıklı susabilmek olduğunu sanırız aynı şehirde! sonra çenemiz düşer birden, her gördüğümüz insana, her gördüğümüz eşyaya kendimizi anlatmaya başlarız. söylemek istediklerimizi bir türlü adlandıramadığızdan olacak, anlatacaklarımız hiç bitmez. yalnız başımıza kaldığımız bir odada, duvarların bizimle konuşmasına izin vermeye, radyo dinlemeye, televizyon izlemeye, yani, susmaya devam ederiz.
bize kendini anlatan bir insanda, aslında biz kendi yansımamızı görürüz. onun anlattıklarını kendi düşünce sistemimizde yoğurur, kendi bilincimizle sınar, kendimizin böylesi bir durumda nasıl davranacağını düşünürüz. aynı şekilde birine kendimizi anlattığımızda, onun kendisi hakkında düşünmesini sağlamış da oluruz. sözcükler benliğe dönüktür, kıyaslama yapabilirler. aynı işlevi, bir sanatçının kendini ya da gözlemlerini anlattığı bir sanat eseri de yapabilir. güzel bir sanat eseri, güzel bir manzara, estetik boyutu olan ne varsa kimi zaman sadece susmayı gerektirir. konuşmak bozar o tılsımı.
psikolojide 'vucudu ile düşünmek' diye bir terim vardır. çoğu davranışımız, önceden kanıksanmış, ezberlenmiş ya da şartlanmış hareketlerin bütünüdür. üzerinize doğru gelen bir araba olduğunda, kenara çekilmeniz için durup o arabanın sizi ezebileceğini düşünmezsiniz. kendinize ya da bir arkadaşınıza 'bu araba beni ezeceği için kenara çekileceğim' de demezsiniz. bunu zaten bilirsiniz ve olayı kritik etmek için hiç zaman harcamadan kenara çekilirsiniz. tıpkı aşkta yaşandığı gibi, bir çeşit refleks ya da içgüdüdür bu. davranışlar çoğu kez yönlendirir bizi; düşündüklerimizin ya da düşüneceklerimizin tersini yapabiliriz. vucut dili ona güvenmek zorunda olduğumuz bir dildir. aşkla yakından ilişkisi vardır vücut dilinin. aşk söz konusu olduğunda, vücut dili ile konuşmak, dolayısıyla susmak, bir çok sorunun çözümü de olabilir aynı zamanda. konuşmak çok daha çetrefilli yapabilir her şeyi. çünkü aşkı, sözcükleri kullanarak anlatamaz, somutlaştıramazsısınız.
aşk, iki kişinin kendi dev aynalarındaki çoğulluğudur. dev aynalarındaki bu çoğulluğa rağmen, ne kadar zor olsa da, susan iki kişiyi barındırır aynı zamanda içinde. çünkü söz esnektir; dağınık duyguları toparlamaya yetmez, iyice dağıtır onları. ayrıntılar boğar bizi. aşk, hiçbir sözcüğü dinlemez. onların somutlaşan anlamlarıyla geçici bir sallantı yaşayabilir sadece. sonra yoluna devam eder. ya da tam tersi, eğer bir aşk bitmişse, dünyanın en güzel sözlerini bile sarfetseniz o aşkı geriye getirmeniz mümkün olmaz. aşk bir rastlantıdır. bizim dışımızda gelişen ama en çok da bizi ilgilendiren bir rastlantı. tagore' un, aşkın biticiliği için söylediği 'mayıs ayı yasaları aralıkta hükümsüzdür' sözüne, ben bu bağlamda bana çağrıştırdığı başka bir anlamı ile değinmek istiyorum; aşk, iki sevgili arasındaki bir çok sorunu aynı bu sözde olduğu gibi belli bir zaman sonra hiçe sayabilir; o sorunları tekrar gündeme getirmeden.
andrea maurois, 'cümlelerin sadeliği, eşyaların tabiatında bulunan karışıklığı yeter derecede doğrulukla belirtmeye uygun değildir' der. bırakın eşyayı, dağınık bir kavram olan aşk için sözcükler ne yapabilir ki?
vücut diliyle konuşmanın yanı sıra kelimelerle de düşünebilir insan. kelimelerle düşünmek ise susmanın diğer bir şeklidir. bir kelime bize pek çok anlamı çağrıştırabilir. söylenen söz, imgesel çağrışımlarla uzun süre susmamıza neden olabilir. tıpkı güzel bir sanat eseri gördüğünüzde dilinizin tutulup, tek yapabileceğiniz şeyin sadece susmak olduğunu bilmeniz gibi. her sözcük farklı insanlar için farklı anlamlar da ifade edebilir elbette. algının, kişilerin yaşam felsefeleri, yaşama biçimleri ve alışkanlıkları ile yakın ilgisi vardır.
susmak durum kurtarır bazen de; aşkla pek ilgisi olmasa da, özellikle politikada, yanıtlayamayacağınız bir soru için iki seçeneğiniz vardır; ya sorulan sorunun aslında yanlış bir noktadan sorulduğunu söyleyerek var olan yanıtınıza göre soruyu değiştirmek, saptırmak, ya da hafifçe gülümseyerek, bilge, alaycı ve kendinden emin bir tavırla soruyu yanıtsız bırakmak. her ne kadar durum tespiti yapmak, bir sorun' un saptamasını sözlerle belirterek somutlaştırmak bizi o sorundan kurtarmaya yetmese de, yine de konuşuyor olmanın günlük hayatımızdaki ihtiyaçlarımızı gidermek ve iletişimle yakından ilgili bir yanı vardır. eğer aşıksanız, konuşmak sadece baş ağrısı yapar!
aşk söz konusu olduğunda, susmak ve aşkın bize hakim olmasına ses çıkarmamak sanırım en doğru yol. çünkü sözcüklerin gizemli ve esnek havası, algının her insan için farklı kapılar açması, şapkadan, güzel, beyaz bir tavşan yerine, altından kalkamayacağımız bir fil çıkmasına neden olabilir… susmak mı, konuşmak mı? şimdilik bu ikilemi 'yazmak' sözcüğü ile geçiştiriyorum… yazalım susalım!
-
- Üye
- Mesajlar: 117
- Kayıt: Cuma, Mart 17, 2006 12:30
- Konum: düştarlası
kimi susuşlarımı tepkisizlik olarak adlandırdı fakat en büyük tepkimi susarak verdim en sonunda susmayı başardım ve mutluyum..suskunluğumun sesini daha çok dinledi çevremdekiler,anlatmak istediklerimi daha iyi anlattım susarak..mutluyum sustum herkes dinledi üzgünüm kimse cevap veremedi suskunluğumun sorularına anlaşılmakta güzel..
-
- Üye
- Mesajlar: 33
- Kayıt: Pazar, Temmuz 17, 2005 17:07
- Konum: Bursa
-
- Üye
- Mesajlar: 51
- Kayıt: Cumartesi, Nisan 8, 2006 22:53
- Konum: mavi karanlık ülkesinden bir yasak bölge
Re: susmak
elifelifim yazdı:hayatta insanların en zor yaptığı şeylerden biri.biraz susmayı öğrenebilsek ne güzel olur demi.ee boşa söylememişler ağzı olan konuşuyooooo diye
susmayı değil de birbirimizi dinlemeyi öğrenmeliyiz bence ilk olarak.
"Beni sana çağıran her ne ise sustur,yaşanınca tükenir bilirsin."
-
- Üye
- Mesajlar: 538
- Kayıt: Perşembe, Nisan 6, 2006 15:02
- İsim: nilgün
- Konum: Ankara
-
- Üye
- Mesajlar: 60
- Kayıt: Perşembe, Ocak 12, 2006 00:36
- Konum: BOŞLUKTAN
-
- Üye
- Mesajlar: 38
- Kayıt: Cumartesi, Ocak 7, 2006 16:08
- Konum: eskişehir
-
- Üye
- Mesajlar: 90
- Kayıt: Cuma, Haziran 23, 2006 00:13
- Konum: istanbul
-
- Üye
- Mesajlar: 108
- Kayıt: Pazartesi, Haziran 19, 2006 10:41
- İsim: cansu